Bir Hikayenin Sonu (Aşk Terapisi 9.Bölüm)

Bir Hikayenin Sonu (Aşk Terapisi 9.Bölüm)

8 Ocak 2019 1 Yazar: rumeysa sariarslan

Bir Hikayenin Sonu

( Aşk Terpisi 1.Bölüm için tıklayınız. Hikayeye başından başlamak için ) 8.Bölüme dönmek için tıklayınız.

Her şeyi biliyordun. Ben yine de tekrarlayacağım. Aşık olduğum kişinin sen olduğunu, bu süreci yazdığımı ve sana açılacağımı biliyordun. Yoksa bilmiyor muydun? Ama ben hep bildiğini düşündüm. Sadece şu an acaba bilmiyor olabilir misin diye düşünüyorum. Sana yazdığımı, seni yazdığımı bilmiyor musun?

Ne olursa olsun sana bunu verecektim. En karamsarlığa kapıldığım anlarda bile, bunu vermekten vazgeçmedim. Çünkü senin bunu okuman, bunu bilmen benden bağımsız bir şeydi. Benim hayattaki yegane görevlerimden birisi, güzel bir şey gördüğümde ona güzel olduğunu söylemek, hissettirmek, takdir etmek. Sana daha fazlasını vermek isterdim ama elimden gelen bu kadarı. Umarım bu hediye seni mutlu eder. Hiç değilse gülümsetir.

Beni uzun süre gözlemledin. Beni ilişki içerisinde gözlemledin. Hayatımda gördüğüm en akıllı ve ayakları sağlam basan adamsın. Beni kabul edersen mutlu olmamız için elimden geleni yaparım. Eğer kabul etmezsen, bu sefer tek başıma mutlu olmak için elimden geleni yaparım. Beni senin bile anlamadığın bir dünyada, kimsenin benimle ilgili fikir sahibi olmaya hakkı yoktur. Dolayısıyla bu noktadan sonra başka bir faza geçmiş olacağım. Özgür ve parlak ve ruhsuz!

Şimdi buraya bir son yazman gerekiyor.

Ne yazarsan yaz benim için çok özel bir adam olarak kalacaksın. Hatta dünyadaki insanların ve maalesef kadınların çoğu seni fark edecekler. Bakışlarında dinginlik bulan herkes sana meyledecek. Ani, sıradan, keyifli, düşünceli gülüşlerin, bakışların, mimiklerin benim hafızamda hep canlı kalacak. Beklemediğim anlarda bir rüya görüyormuşum gibi aklıma nüfuz edecekler. Başımı hafifçe sağa yatırıp, dudaklarımı yeni ay kıvamına getirip özleyeceğim seni. Hiç içime çekmediğim kokunu hayal edeceğim. Hayaline ağlayacağım.

Ama dik durmak zorundayım değil mi? Benden çok daha kötülerini yaşayanlar var. Benim sorunum çok derinlerde hissetmek. Biliyorum, en derinde yüzeni bile yüzeye çıkarabilecek formüller biliyorum. Ama ben çıkmak istemiyorum.

Aslında sana bunların özetini yüz yüze söyleyecektim. Gözlerinin içine bakamasam da tüm vücudumun karşında titrediğini görebilecektin. Ama iki hafta daha beklemek… Son zamanlarda sabrımın kendini üretemez hale gelişi ve artık adım atmak zorunda hissetmem beni buna zorladı. Belki de böylesi daha iyi oldu. Çünkü inan bana şu an kalbim çok daha sağlıklı. Karşında bunları söyleme cesaretim belki de umduğum gibi sonuçlanmayacaktı. Heyecanlanacak, söylemek istediklerimi unutacak, kafa karışıklığının kurbanı olacaktım. Şimdi yapmayı en iyi bildiğim şekilde sana seslenmiş oluyorum. Yazarak…

Gözlerine bakıyorum, sen olmasan da bakmaya devam edebilirim. Terapi bitse de ben devam edebilirim…

Muhabbetle…

Buraya kadar olanı, bir hafta sonra, ona öylece verdim. Baskıdan çıkmış sıcak halini ona postalayıp nefesimi tuttum.

Her halükarda sonraki seansı bekleyeceğini biliyordum. Ben kendi sonum için hamle yapmıştım. Ama bir zaman sonra acaba eline geçti mi geçmedi mi diye paniklemeye başladım. Başka birisi aldıysa ve onu da kendimi de zor duruma düşürdüysem diye kendimi suçladım. Sonra sadece eline ulaşıp ulaşmadığını soran bir mail yazdım ona. Bütün hafta boyunca her gün maillerime baktım. Cevap gelmedi. Herhalde görmedi ya da mail adresini yanlış hatırladım diye düşündüm. Yine de almış olsaydı bunca zaman bir ses çıkarması gerekmez miydi?

Aslında bu yola başvurmayacağını biliyordum. Şahsına münhasır bir yöntemle yapıyordu her şeyi. Bunu da öyle halledecekti.

Terapi günü yaklaştıkça karnıma ağrılar giriyordu. Arkadaşlarla yaptığım tüm müzakerelerde hikayeye nokta koymak için son seansa gitmem gerektiği sonucu çıkıyordu. Dosyamı gerçekten almamış olabilirdi. Ama mantıklı düşününce almış olmalı, bu devirde kim kimin postasını okur ki, hele de iş yerinde. Bu durumda, bu işin içinde bir bit yeniği var diye düşünüyordum.

İçimden bir ses, seansta Yücel Hocamın hiçbir şey olmamış gibi davranacağını, aslında benim bir rüya gördüğümü ve bu rüyayı unutmam gerektiğini söylüyordu. Bu kaygılarla seansa geç gitmeye karar verdim. Böylece dosyamı almamışsa veya herhangi bir şekilde olumsuz cevap verirse, sonradan pişman olacağım şeyler söylemek için çok fazla zamanım kalmayacaktı. Kendimi hep olumsuza adapte ediyordum. Olumluya adapte olmam çok kolaydı.

O gün geldiğinde, ilaç desteği almayı düşündüm. Aniden ağlayabilir ya da aniden kahkaha atabilirdim. Bunlar olasıydı. Ama ben arkadaş desteği aldım. Sırtım sıvazlandı, ne kadar önemli olduğum hatırlatıldı.

Seansları kimseye anlatmamıştım ama tarihte bu güne kadar kendi kendime gelin güvey olduğum bir vakaya rastlanmamıştı. Üstelik pek çok erkeğin ve kadının ayaküstü en yakın arkadaşlarıyla bile flört etmeyi normal saydıkları, egoların şişkin ve ne kadar çok kişi tarafından beğenildiğin üzerine kurulu olduğu dünyada, ben ilgi vermiştim ilgi almıştım. Her ihtimali düşünüyordum ve kendime haksızlık edemiyordum.

Öte yandan olumlu bir dönüş için çok hazırlıksızdım.

Nasıl olacağını hayal etmek istemiyor, şaşırmak istiyordum. Şımartılmak ve sevilmek istiyordum. Yücel hocayı tanımıyordum ve olumlu bir dönüş olursa bu onu tanıyabileceğim anlamına geliyordu ve beni çok heyecanlandırıyordu. Ne diyebilirim ki, hayat çok garip. Hiç beklemediğiniz yerlerde hiç beklemediğiniz insanlarla karşılaşıyorsunuz. Beklemediğiniz kişilerle kaynaşıyor, hayal ettiklerinizle uzaklaşıyorsunuz.

Yirmi dakika geç kaldım. İçeri girince Belgin Hanım’la göz göze geldik. “Saat değişince biraz dengem şaştı.” Dedim. Yalan söylüyordum. Aynı açıklamayı az sonra Yücel Hocama da yaptım.

“Çok geç kaldık, başlayalım mı?”, dedi.

“Tabi.”

Son kez o odaya doğru yürüyorum, arkasından. Bir rutini gerçekleştirmek gerginliğimi azalttı gibi. Her şey alışıldık. Herhalde almadı dosyayı diye düşünüyorum. Tam bu sırada odanın kapısı aralanıyor, tuhaf bir şekerli parfüm burnuma çarpıyor ilk. Yücel Hocam görüş alanımda değil, kapının arkasında. Ardından her zaman oturduğum ikili koltukta mavi kurdeleyle bağlanmış kağıt rulosu görüyorum. Sağda solda küçük mumlar var, geç kaldığım 20 dakikada yanmaktan bitap düşmüşler.

Pencere sonuna kadar açık, içerideki havanın koridora yönelmemesi için düşünülmüş. Güneş batarken mumlar, dışarının hafif pembeliğinin gölgesinde kalmış ama ambiyans ve özellikle beni benden alan parfüm yetiyor. Nereden bildi vanilyalı şeker kokusu sevdiğimi. Bütün bunları bir saniye içinde düşünüyorum. Hemen aklıma onun odayı dolduran varlığı geliyor. Arkamı dönüyorum. Gözlüklerini çıkarmış, masaya koymuş, onu gözlüksüz görebileceğimi hayal dahi edemezdim.

Bana bakıyor ama çok ciddi. Kaskatı kesiliyorum. Yine gelip gidiyorum gerçeklikle hayal arasında. Ne bu ciddiyet. Neyse ki uzun sürmüyor. Aynı anda gülüyoruz karşılıklı. Anlıyorum ki bana gelmeyecek. Ben ona iki adım atıyorum, hala kontrollü. Bırakamıyorum kendimi ama buna da razıyım.

“Hediyene bakmayacak mısın?”. Diyor, tam sarılmayı planlarken, koltuğun üzerindeki kağıtları göstererek.

“Bakacağım.”, diyorum. Arkamı dönmek üzereyken sağ kolumdan tutup kendine çeviriyor. Sarılıyoruz.

Ömrümün en sıcak, en heyecanlı, en beklenmedik sarılmasını yaşıyorum. Burnumu boynuna yaslayıp kokusunu çekiyorum içime. Mis gibi kokuyor. Vücudumu saran güçlü kollarında hayat buluyorum. Bedenim hafifleyip sadece ruh kalıyor benden geriye. Mutluluktan beynime acı saplanıyor. Sonra gözyaşlarım seller gibi akıveriyor. Nasıl sevişiriz bilmiyorum ama ben seni hep seveceğim.

-Son.

Türk usulü romantik komedinin sonuna geldiniz. Umarım beğenmişsinizdir, yorumlarınızı bekliyorum. Sevgilerimle.

Bitiş müziği olarak size bu linki bırakıyorum.

( Nazan Öncel & Tarkan – Hay Hay )