Yine Yeniden ( Aşk Terapisi 7.bölüm )

Yine Yeniden ( Aşk Terapisi 7.bölüm )

29 Aralık 2018 0 Yazar: rumeysa sariarslan

Yine Yeniden

( Aşk Terpisi 1.Bölüm için tıklayınız. Hikayeye başından başlamak için ) Tekrar 6.Bölüm için tıklayınız.

Geldik Berkay’la üçüncü, toplamda on birinci seansımıza. Bu seansta beklemediğim gelişmeler oldu ve bu gelişmeler çok renkli bir hafta geçirmemi sağladı.

İçeri girip bekleme salonunda bekliyordum. Yücel’in koridorda yürüdüğünü gördüm, bana bakmıyordu. Onu görünce yine içime su serpildi. Sakallarını temelli kesmiş. Sırf bıyıkla sempatik yönü ön plana çıkmış. Yüzünü görünce içimi bir sevecenlik kapladı. Huzuru duyuyorum.

Işıklı bir ağaç gibi*Bakışıyor gözlerin*Öyle nazlı… Öyle sıcak*Sevecen……*Bir başka dünyasın sen*Bağrında milyonlarla*Öyle büyük… Hoşgörülü*Sevecen……*Bembeyaz bir dünyada*Senle yaşamak varken*Böyle uzakta kalmak*Gücüme gidiyor…*Senin verdiklerini*Senle paylaşmak varken*Seni sensiz yaşamak*İçime sinmiyor…*Gel sevecen*Dön sevecen…*Sevmeyi senden öğrendim ben…*Gel sevecen*Gör sevecen*Sevmesini öğrendim ben…*Bir deli dere gibi*Akıp gider gururum*Öyle güçlü… Öyle yüce*Sevecen……*En büyük zamansın sen*Görünmeyen gücünle*Öyle ağır… Öyle sırlı…*Sevecen…..

(İlhan İrem – Sevecen)

Bu sefer neler konuşulacağını merak etmedim. Seansta bahsetmek istediklerim var. Berkay’ın kabalıklarını ve bana yaptığı şiddet tehdidini anlatmayı düşünüyorum. Buna çözüm bulmamız lazım. Berkay yine gecikti. Seansa başladığımızda önce biraz ben konuştum, haftanın gergin ve kötü geçtiğinden bahsettim. Yücel Hocanın sorularına karşılık yaşadığımız olayları örnek verdim. Berkay, sözü alınca, hakkında söylediklerimin hiçbirine karşılık vermeden, çok güzel cümlelerle etraflıca bir konuşma yaptı. Konuşmasından tamamen iyi niyetli olduğu, artık çekildiği anlaşılıyordu. Daha fazla karşılıklı düşmanlık istemediğini, en kısa zamanda evi boşaltacağını, avukat tutulmasını istediğini ve eşyaları da evi de bana bırakacağını falan söyledi.

Ben de eşyaları istemediğimi, anlaşmalı boşanma halinde avukata gerek olmadığını ve kendime kalacak yer ayarladığımı söyledim. Berkay şaşırdı, afalladı, makul tarzda bir gülüşle kendini saklamaya çalıştı. ‘Çok iyi ya, hazırlıklı gelmişsin’ dedi. ‘Sen geçen hafta boşanmak istediğini söyleyince ben de araştırma yaptım’ dedim, cümlenin sonuna doğru sesim düştü. Üçümüz de biliyoruz bunun yalan olduğunu. Önemli olan Berkay’ın gururunu kurtarmak ve bu birlikteliği yara almadan sonlandırmak.

Yine yeni kararlar…

Yücel hoca: “Madem ikiniz de evi ve eşyaları istemiyorsunuz o zaman o evde tek bir eşya kalmayana kadar eşyaların dağıtılması ve evin kapatılması işlerini birlikte yapmanızı istiyorum” dedi. “Kimse bu külfeti diğerinin sırtına yüklemeyecek, her şeyi ortaklaşa kurdunuz her şeyi ortaklaşa bitireceksiniz.” Dedi. Zaten helalleşip ayrılacaksak böyle olması da gerekiyor bence.

Seansın sonlarına doğru Berkay yine bir atak yaptı, olmadığı kadar olgun davranmaya çalışmaları devam ediyordu. Belki de yine kafasında başka tilkiler tur atıyor bilemiyorum. Ama Yücel Hocaya,

“Şu an sizi terapist olarak görmeyerek konuşuyorum, dışarıda başka bir yerde tanışsaydık kanka falan olurduk.” Diyor ve iltifat yağdırmaya devam etmesine rağmen ben gerisini duyamıyorum. Orda benim kayıt şeridi koptu. İçimde bir sıkıntı, sağa sönüyorum, sola dönüyorum, dizlerime yatıyorum, şekilden şekile giriyorum, Berkay Yücel’e iltifatlar yağdırmaya devam ediyor. “Başka biri olsaydı böyle olmazdı.” dediğini algılıyorum. Yücel hoca kıvrandığımı görüyor mu, anlıyor ama beden ve akıl dilini Berkay’a odaklayıp, nazikçe, gülerek, iltifatlardan keyif aldığını göstererek, “Dışarıda değil ama burada böyle olmak zorundayız.” Diyor. “Seansı bitirelim, sorun var mı?” diye soruyor. ‘Var’ diyorum, “annem!” Sorunun bu olmadığını biliyor.

“Evet, bir hafta daha bu durumla yaşayalım, gelelim.” Diyor, ayağa kalkıyor. Söz bitiyor.

Neden böyle bir şey söyleme gereği duydu ki Berkay? Neydi bu şimdi. Neden bunu benim yanımda yaptı? Biliyorum bana hayrandı, kafasındaki evlilik bağında beni yenmesi dayatılınca işler karıştı. Şimdi yenmesi gerekmeyen bir ışık buldu. Hemcinsi. Ama ben o hemcinsine aşığım. Öte yandan Kanka olurduk ne ki? Tek başına mı karar veriyor buna. Sizden keyif aldım dese anlayacağım da. Kendini değerli sanan değersizler ve kendini değersiz sanan değerliler… Ne güzel tiyatro. Işık ve sahne!

Kaçar gibi çıktım enstitüden. Berkay’ı aradım neredesin diye. O daha çıkmamış. Adam boşanırken prostat oldu sanırım. Bekledim aşağı inmesini, eve birlikte dönüyoruz, yeni ilişkimize alışmaya çalışarak ve karşılıklı çabalayarak.

Harika bir hafta geçirdik, birbirimize saygıyla, sevgiyle, arkadaşça ve aklımıza takılan tüm ayrıntıları, geçmişi ve geleceği konuşabildiğimiz bir platformda sabit kalabilmeyi başardık.

Hatta birlikte yemek yedik, ben çorba yaptım, o bana domates ve salatalık soydu, ben onun çamaşırlarını yıkadım. Arkadaşlık yapıyorduk. Cumartesi günü yemeğe çıktık. Birbirimize hep olumlu yakıştırmalar ve sonrasında da olumlu davranacağımıza dair cümleler sarf ediyorduk. Çay faslına geçtiğimizde Berkay sözü Yücel Hoca’ya getirdi. Hakkında benim de bildiğim birkaç şey söyledi. Kendinde olan zayıf özellikleri Yücel’e atfetti.

Aynı bana yaptığını yapıyordu. Kendisinde eskiden gördüğü eksiklikleri şimdi Yücel’de gördüğünü ve Yücel’in hala profesyonelleşemediğini söyledi. Oysa kendisinin bu amatörlükleri aştığını iddia etti. Bu ilginç diyalog beni düşündürüyordu. Artık şaşırmıyordum, bilmeceyi çözmüştüm. Aynı bilmecenin tekrar karşıma gelmesine şaşırıyordum. Bir de her şeyin bu kadar basit bir denklemden oluştuğu dünyada, nasıl göremiyordum gerçekleri?

Bu sırada “Ama senden hoşlanmıyor.” dedi. “Yani benden hoşlandığı kadar senden hoşlanmıyor.” 

“Neden böyle düşündün?”

“Benimle konuşurken ki vücut diliyle seninle konuşurken ki vücut dili aynı değil.”

Ben de bozmadım, “Sen konuşurken araya girdiğimde hiç kafasını bana çevirip bakmadı de mi? ‘Evet Berkay Bey devam edebilirsiniz’ dedi. “Mesela.” dedim.

Güldü.

İçimde, Berkay Yücel’le ilgilendiğimin farkında, diyen bir taraf buldum. Peki, Yücel’in benimle ilgilendiğinin farkında mı? Sorusu da geldi ardından. Belki de sadece Berkay’ın her zamanki politik halleriyle, insanlara olduğundan farklı gözükmesi kadar basitti her şey. Hiç bilemiyorum, sadece burnuma her halükarda çürümüş et kokusu geliyor. Yalan, hile, dolap…

Yine aynı şeyler…

İş bu noktaya kadar geldi. Yücel bizden neden hoşlansın, hadi benden hoşlansın da senden niye hoşlansın. Hadi diyelim hoşlandı da, bunu neden terapilerde ortaya koysun, hadi dediğin gibi acemiydi ortaya koydu da, sen neden bunu dile getiriyorsun, neden buna yoruyorsun? Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ve artık kendimi iyice riya kokan bir oyuna bulanmış gibi hissediyorum. Yüzüne gülüp, idare etmeye çalıştığım adamın bana fersah fersah uzakta oluşunu görmek, o adamın hala yakınlarında bulunmak, bana her zaman olduğu gibi acı veriyor.

En yakınımdaki ilişkinin ikiyüzlülüğünü bir defa daha yaşıyorum. Annem, babam, ablam şimdi de Berkay. Bir kurtuluş ve ferahlık olur dediğim şey beni ta ciğerimden yakıyor. Evlilik. Ve düşünüyorum böyle olacaksa, ben kendime aile aramaktan vaz mı geçmeliyim? Çocuklarıma örnek bir aile hayatı yaşatamayacaksam, o çocukları doğurmamalı mıyım? Her sıkıntı bir ferahlığa gebedir. Hayal edebilen gerçekleştirir. Allah ne yaşatırsa yaşayıp razı olup gitmek yakışır.

Dördüncü terapimiz neşeli geçti. Berkay’la bütün hafta eğlendiğimizi ispatlar diyaloglara girdik, Yücel Hocamın karşısında. Rahatladığımızı gördü. Seans boyunca Berkay kelime oburluğu yaptı, Yücel Hoca da o sıkıcı “Hı hı” larıyla kafa salladı. Ben ilk beş dakika adeta sırıtmaktan kendimi alamadım. Zaten neşeliydim. Üstüne de Yücel’i görünce ağzım kulaklarıma varıyordu. Hem gözlerimle ona ilgi göstermek istiyordum. Hem de suratına bakınca önce gülüyor, sonra utanıyor, yanlış anlamasın diye yüzümü kucağıma gömüyordum.

Ama birkaç dakikada bu durumu aştım. Ruhuma girdim, devreleri değiştirdim, bir de çimdikledim, çıktım. Sonraki kırk dakika o Berkay’u dinlediği zamanlarda, ben de onu okudum. Aman Allah’ım! Ne kadar yakışıklıydı böyle. Gözlerimle ona ‘ben buradayım, ilgimi çekiyorsun.’ diyordum. O da ara sıra bana karşılık veriyordu. Birkaç defa gözlerimi üzerinden çevirdiğimde, fark etti ve onları istediğini söylemek için hemen bana baktı. Ben de pişmanlıkla tekrar gözlerine daldım. Teması kesmedik.

Yine Şaşırttı…

Berkay bir ara benim için, “kendi yaptığı şeyleri ben yapıyormuşum gibi yansıtıyor.”, dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Hindi gibi boynumu uzattım, Berkay’a doğru. Yücel hocam fırsat vermedi. “İnsanlar bazen öyle şeyler yaparlar.”, dedi. Ben de üzerinde durmadım. Yani Allah’a milyon kere şükretsem azdır bana Berkay’ı tanıma fırsatı verdiği için. İnsan müsveddelerini anlamakta çağ atladım resmen. Ondandır bu kadar şaşırmam. Her zaman kötülüğün başka bir ucunda seyreden bir kişi tanıyabilirsiniz, çeşit çeşit.

Ama ben Berkay ve ailesi gibi kendini farklı göstermekte ustalaşmış insanlar görmedim. Kötülük bu kadar derinlere saklanabilir miymiş, artık bunu öğrendim. Berkay ve ailesindeki kötülüğün nereden geldiğini, rahatsızlık duyduğum şeyin boyutlarını tam olarak yeni kavrıyorum. Hep farkındaydım ikiyüzlülük meselesinin, evlenmeden önce de. Ama altında bunca girift yapı bulmayı beklemiyordum. Herkese geçmiş olsun. En başta da bana.

Terapinin sonuna doğru bundan sonra çift mi gelmek istersiniz tek mi diye sordu. Ben gereksiz bir şey söyledim. ‘Buna siz karar verin’, dedim. O da ‘Ben karar veriyorum zaten, size bırakmayı uygun görüyorum.’ dedi. Cümlesinin başındayken benim de jetonum düşmüştü. ‘Doğru, tabi.’, dedim. Berkay tek gelinebileceğini söyledi. Ben emin değilim dedim. Aileler faktörü vardı işin içinde. Ekstrem bir şey olursa yine çift gelinebilir, değiştirilebilir, dediler. Ben de tamam o zaman tek gelelim, dedim. Yücel Hoca sol elinin işaret parmağıyla haftaya siz, sonraki hafta siz, diyerek önce beni sonra Berkay’ı işaret etti.

Parmağı beni gösterince ağzım kulaklarıma vardı, haftaya tek başıma geleceğim için. Yücel hocam bunu görmezden geldi. Ne güzel ukalalık yaptı bana. Daha önce benden bahsederken “Bu, O” zamirlerini ayrı ayrı zamanlarda kullandığında duyduğum hazzı duydum. Bir dahakine “Şu” olmayı bekliyorum. Ne kadar güzeldi benden ‘bu’ diye bahsedişi. Aramızda bir mesafesizlik ve samimiyet olduğunu hissettiriyordu. İlk defa ‘bu’ olmaktan gurur duymuştum. Bir başkası bana böyle hitap edemezdi.

Yine Sevinç…

Çıkışta kahve fincanımı nereye koyacağımı araştırırken Yücel Hocamın etrafında tur atıyorum. “Evet, programı değiştirmiyoruz zaten.” Dedi ve yine yüzüme bakmadan elimi sıktı, koridora yöneldi. Ben yüzüne gözümü diktiysem de bana dönmedi yüzü. İyi ki de dönmedi. Aynı ortamda bulunan Belgin Hanım, neden ısrarla Yücel Hocaya baktığımı merak eden gözlerini üzerimize dikmişti.

Yücel, Yücel, Yücel!

Zaman geçmek bilmiyor. Sabır karaborsa. Dahasekiz terapi var. Dört tanesi benimle gibi gözüküyor. Bir aksilik olmazsa ikiay. Üzüleceksem de üzüleyim artık. Ayarlarımıona göre değiştireyim!      

Hafta sonu şehir dışından çok yakın bir arkadaşım İstanbul’a geldi. Onunla görüşmeye gittim. Ben üstü kapalı Yücel’den bahsedince, ben birlikte olacağınızı düşünmüyorum, dedi. Yani terapiler bittiğinde bir daha görüşmeyecekmişiz. Çünkü adam profesyonelce işini yapıyormuş. Oysa bu arkadaşımla bir ay önce ağız dolusu Yücel konuştuğumda beni desteklemişti. Böyle net bir fikir de beyan etmemişti. Ben de şu dakikadan itibaren protesto ettim ve hakkında başka bir şey konuşmadım. Ama çok kalbim kırıldı. Halbuki bu arkadaşıma güvenip kalbimi açmadığımı, teslim olmadığımı ve kendimi ondan koruduğumu sanırdım. Oysa incindim. Mesele şu ki, bana inanmıyordu. Bana da, dünyanın sınırsızlığına da, benim uçlara yakın yaşadığıma da inanmıyordu. 

Evet, belki herhangi bir sebeple ben Yücel’i ayrıntılarıyla tanıyamayacağım. Ama bu durum dünyanın sonu olmayacak, biliyorsun. Benim hayatımı daha objektif de görebilirsin, dışarıdan bakınca. Ama bu da benim inancımı paylaşmana engel değil. Bir arkadaşım kendi hayatıyla ilgili bir şeye inandığında, ucunda ölmeyeceğini bildiğim halde, bu kadar net ifadelerle hayallerini yıkamam çünkü gerçek olabilirler. Üstelik herkes kendi hayatını en iyi kendisi bilir. Hepimiz kendi hayatlarımızın bilirkişisiyiz.

Yine De Ben…

Ben hala değişemiyorum. Hala insanları tanıyamıyorum. Hala kendimi sakınamıyorum. Evet, çok yol kat ettim. Ama daha o kadar uzun yolum var ki. Sonuna gelmeden de neresinde olduğumu göremiyorum. Hayat da bu değil mi zaten. Sonsuz gelişim. Allah bana daha neler yaşatacak, dualarımın karşılığını daha ne kadar fazlasıyla verecek, göreceğiz.

Artık taşınacağım ev kesinleşti. İki arkadaş şirin bir evde kalacağız. Yücel Sokak’ta oturuyordum, Çiçek Apartmanı’na taşınacağım. Yücel geldi, umarım çiçekler de açar… Bu şaka değil. Ben bu işaretlere takılmam ama olmaları hoşuma gidiyor.

13. seansı tükettik. Üzücü, yıpratıcı, anlamsızdı ve gülümsetmedi.

Hiçbir şey ülkesinde*Hiçbir şey her şeymiş*Her şey hiçbir şey*Aşklar dostluklar arkadaşlık*Hiçbir şey, hiçbir şey*Dağlar nehirler ağaçlar*Hiçbir şeymiş, hiçbir şey*Anılar yarınlar görüntüler*Hiçbir şey hiçbir şey*Hiçbir şey her şey *Her şey hiçbir şey*

Sonsuz bir yokluk, kıpırtısız sessiz alabildiğine, karanlık susuz havasız, hiçbir şeysiz yokluk işte, olmayan zamanların olmayan bir yerinde, ilk kez kıpırdadı, bir çift dudak bir çift göz bir çift el ve ilk varlığın tohumu atıldı yokluğun ortasına. Ve bir çiçek büyüdü renksiz kokusuz dikensiz yapraksız, yalnızca bir çiçek. Ve büyüdü hiçbir şey istemeyerek, susuz havasız ışıksız topraksız büyüdü büyüdü büyüdü, düşüncelere sığabilen bütün büyüklükleri aştı, ve bütün güzelliklerin gerçeğine ulaştı. Su istedi toprak istedi hava istedi ışık istedi, böcekler başka çiçekler güzellikler.

Ve en çok onu koklayacak bir insan, bir can istedi. Sevgisini, güzelliğini görecek bir can. Yalnızca bir can. Ve bu arzuyla yanıp tutuştu durmadan. Isındı ısındı tutuştu. Kızarmış dev yapraklar sıcacık bir doğumun mutluluğuyla kıvrıldı ve milyonlarca yanardağ gibi patladı. Dağıldı paramparça yokluğun ortasına. Ve şimdi görünce yalnızca sevgiden oluşan kendi parçacıklarının, sevgisizlikten kuruduklarını, birbirlerine düşman olduklarını, o dev çiçek ağlıyor ağlıyor. Güleceği günü bekliyor.

(İlhan İrem – Hiçbir şey)    

Yine Kana Kaldı…

Seansa başladığımızda, nasıl olduğumu, evde durumları falan sordu. Sonra “Peki, ayrılma süreciyle ilgili yeni bir gelişme ya da konuşulan herhangi bir şey var mıdır?” derken kafasını önüne eğdi. Yumuk ellerine baktı. İçine kapandı sonra geri açıldı. Olanı olmayanı olduğuyla anlattım. Seans boyunca benim bundan sonra birlikte olacağım adamı tanımak için fırsatımın olup olmayacağı, zamanımın olup olmayacağı, duygularımı kontrol edip edemeyeceğim falan konuşuldu. Doğru insanı nasıl tanıyacağımı sordu. Ben de “terapiye getiririm.”, dedim.

Ev arkadaşım konusunda tek başına yaşamanız daha iyi olur dedi. Biriyle yaşarken anlaşmazlık olma ihtimali olabilir. Sonuçta bu hayatınızda tek başınıza aldığınız ilk karar. Hemen lafa uzandım, aldım elinden kelimelerin hakimiyetini.

“Ne alakası var ben her şeyi tek başıma yaptım zaten. Tek başıma lise okudum, tek başıma üniversite okudum, tek başıma bir evin sorumluluğunu aldım. Tek başıma mücadele verdim hep hayatla.”

“Peki bunu önceki hayatınıza benzetiyor musunuz?”

“Tabiki. Hatta yine kuyruğumu sıkıştırdım başladığım noktaya geri dönüyorum diyorum kendime.”

Sonra bipolar kişilik özelliklerimden bahsettik.

“Bunu kendi kendinize yapmış olma ihtimaliniz olabilir mi acaba? Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki ‘ben yapmadım Miki yaptı’, gibi.” Yani bipolarımı Miki ilan etmiş olabilir miyim diye soruyor.

Ben bu noktaya kadar zaten çokça gerilmiştim. Yücel hocam daha önce aklıma gelmeyen bir soruya parmak basıp beni köşeye sıkıştırmıştı. Bir yandan en derinlere gömdüğüm sorulardan birini duyduğum için irkildim. Öte yandan ‘ben bunu nasıl düşünemedim, iyi ki düşünemedim de Yücel Hoca düşündü’ diye şaşkın ama gururluydum.

“Ömrümde duyduğum en saçma fikir bu dedim. Bütün o sabaha kadar ağlamalarımın sorumlusu ben miyim yani. Ben kendime bunu yapmış olabilir miyim, çocukluğumdan beri.”

Ve ağlamaya başladım. Çirkin suratımı görmesin diye ve bir de adettendir hala yabancı olanların yanında ağlanmaz, -aslında bana sorarsanız erkeklerin yanında mümkün olduğunca ağlamamak lazım- hocama arkam dönük, camı açtım, camın önünde keskin soğuğa karşı burnumu çektim. Biraz sonra iç çekip kendime geldim. Koltuğa, karşısına geri döndüğümde bana;

“Siz bu söylediğimin gerçek olduğunu mu düşündünüz?”

Annesinin sevgisini kazanamadığı için bir bebek kendini ne kadar suçlayabilir? Ya da sevdiklerini mutlu göremeyince o sevdiklerinden daha mutsuz olan bir çocuk, empatiyi de abartmışsa, direkt sempati kuruyorsa, belki annesinin karnındayken annesi ağladığında, ‘dışarı çıktığımda onu koruyacağım’ diye hırs yaptıysa. Ama işler hiç de dokuz ay boyunca planladığı gibi gitmediyse bunu kendine yapmış olabilir mi?

Benim için bunlar hala deli saçması. Ergenlik yıllarımda içimdeki dinamik duygu değişimlerini kafaya takmıştım. Daha o zamandan kendimi gözlemliyordum. Ve bulduğum çözüm basitti. ‘Ergenlikten herhalde’, demiştim. Yaşımla birlikte geçecek. Bununla beraber ya geçmezse kaygısından da kurtulamamıştım. Dönüp bir de buna ağlıyordum.

Bunu kendime benim yaptığımı düşünmek benim görebildiğim merdivenin son basamağı. Kendimi bu şekilde cezalandırmış olsam bu kadar yıl yaşamıma devam edemezdim. Kim kendinden bu kadar nefret ederek yaşayabilir ki. Hayatımın geneline baktığımda optimist tarafım her zaman ağır basıyor. En derin çöküşlerimde bile, enkazdan çıkabileceğime inandım. Ayrıca bunu yaptıysam da bilim insanlarından rica ediyorum beni laboratuvar ortamında bir incelesinler. Bakarsın insanlığın gelişimi için bir faydam dokunur.

Giderken bana ‘ölü balık’ el sıkışması yaptı. Üstelik ilk sefer de değil. Önce ben terapide ağladım. Zor bir seans oldu. Sonra ben giderken bana elini uzattı ve bileğinden sonrasını bana teslim etti. Ben her zamanki gibi dostça ve eşit bir tokalaşma hayal ederek elini sıktım.

Seni ne kadar sevdiğimi kendimden bile saklamalıyım. Bazen gelen acımsı duygularımı bastırmalıyım. Hissizlikte katmerlenmeliyim. Biliyorum açıkça her şeye göğüs germek gerekliliğini. Ve söylenerek de olsa yapıyorum bunu daima. Ama ne gerek var şimdi, söylendiklerimin üzerine bir de senin tarafından değersizleştirilmeyi koymaya. Beni hiç sevmeyeceksin belki de. Anlamayacaksın da. Senin işin anlamak da olsa. Belki ben senin kör noktanda duruyor olacağım. Ya da beni çok iyi anladığını düşünecek ve küçümseyeceksin.

Yine Yaşayacağım…

Ben yine “bir başkasının benim hakkımda ne düşündüğüne’ takılacağım. Beni göremediğine kızamayacak, tanımadığım birine umutla sarılmanın hayal kırıklığını yaşayacağım. Belki de çok iyi anlayacaksın beni ama sevemeyeceksin. Sevmeyeceksin işte. O zaman ben de kendime, ‘zaten ben de sevmemiştim ki’ deyip yalan söyleyeceğim. Kendimden uzaklaşacağım. Arada ağlama krizlerim tutacak. Öyle zamanlarda kendim kendimi seveceğim yine, eskisi gibi. Öyle yuvarlanıp gidecek hayatım. Kendimi yenilemekten vazgeçmeden, acının götürdüklerine değil getirdiklerine bakmaya çalışarak. Ama unutmam uzun zaman alacak.

Bana dedin ki; “Terapilerin başından beri bu kadar yol kat etmenizi beklemiyordum.” Neydi bu? Zaten de bunu sonraki seansta kafamı bulandırmana izin vermeden sormayı düşünüyorum. Benim göremediğim, senin göstermediğin gelişme. Bana deseydin şu konuda şöyle söylüyordunuz şimdi böyle düşünüyorsunuz. Ben de bir kanıya varsaydım kendimle ilgili.

Bahse girerim benim gibi biriyle tanışmamışsındır bile. Ben dürüstüm, senin gibi biriyle tanışmadım. Burada beni tanıma fırsatı bulan sensin. Ben değilim. Ben durduğun yer itibariyle dengeli ve iradeli olduğunu biliyorum o kadar.

Berkay’la birlikte anlaşmalı boşanma dilekçemizi verdik. Davamız açıldı. Mahkeme günümüz de belli oldu. Bir hafta sonra resmen boşanmış olacağım. Yolda giderken Berkay bana dedi ki,

“Ben Yücel Hocanın evli olduğuna da inanmıyorum.”

“Neden?”

“Enstitüde herkesin parmağında yüzük var, hepsi evli mübarek.”

“Ama Reyhan Hocanın kocasıyla resimleri var gördüm. Reyhan Hoca evli, Yücel hocayı bilmiyorum.”

Berkay’ın Yücel hoca merakı ihtimal boşa değil. Bence, benim onunla geçici bir hevesle değil, ciddi ciddi ilgilendiğimi, hatta onunla hiç ilgilenmediğim kadar ilgilendiğimi gözlemliyor. Yücel Hoca beni sevmezse hiç değilse Berkay’ın maraz çıkarmasına gerek kalmayacağı için sevinebilirim.

Şimdi Berkay14. Seansı kapattı. Sıra bende. 15. Seans ayın 15’inde yarın! Zaman geçiyor,ben bir şekilde oyalanıyorum. Seni görmek için on beş gün beklemek zorken birde şerbet yerine tuzlu su bulmak sersemletici. Ama bu günler de geçecek. Sen yabenim olacaksın ya da benim olmayacaksın.  

Herşey Sıkıcıdır…

15. seans; Bildiğim şeyleri anlattı durdu. Tam pişmemiş insan bildiklerini duymaktan sıkılır. Ya da kendini ispatlamaya çalışan. Ya da zaten ruhu sıkkın, bıkkın, pıkkın olan. Yeni olmayan her şey sıkıcıdır.

O kadar canım sıkılıyor ki, Allah biliyor. Kendi kendime oyunlar kurup oynamamak için kendimi zor tutuyorum. Çünkü böyle oyunlar kurarsam harcadığım insanlar olacak, faturayı ise en başta ben ödemek zorunda kalacağım. Yücel’le Berkay’la olan durumlardan bahsetmiyorum. Sığ düşünmeyin, geniş düşünün. Aklımın boyutlarını ben bile kavrayamıyorum. Kimse benden kendime güvenmemi istemesin. Eğer kendime güvenirsem kazandığım güzel insanları ve güzel fikirleri kaybederim. Kendine güvenip de başarılı olan kimseyi görmedim. Allah’tan başka kimseye güvenemem.

Ben insanları ikiye ayıranlardanım. İyi/kötü, vicdanlı/vicdansız, dürüst/yalancı… Hangisini isterseniz. Ve bu ayrıma varmam zaman alsa da, emin olunca doğru kişiye, beni tepe tepe kullanma hakkı veririm.

Yücel ayrıntılarla uğraşıyor, işi de bu. Ve son iki seanstır, bana ayrıntılarla ilgili kafa karışıklığı empoze ediyor. Dış dünyada nasıldır bilemiyorum.

Bu ikilik bana iyi gelmiyor. Terapide onunla iletişim kurmak pek mümkün olmuyor. Söylediklerinin çoğundan bir sonuç çıkaramıyorum. Sanki her sorusu bir öncekinden kopuk. Düşünceden düşünceye atlamak zorunda kalıp, hiçbir gerçekliğe varamıyorum. Terapileri kronolojik sıralamasıyla düşününce bunun en büyük sebebinin benimle ilgili olduğunu anlıyorum. İtiraf etmem gerekenler var, ama susuyorum. Ne sadece danışan olabiliyorum ne sadece aşık. Aşırı derecede de dikkat eksikliği yaşıyorum.’ Belki o kopuk konuşmuyor, ben kopuk algılıyorum.

EQ’larımızı çarpıştırsak kim kazanır acaba?

Kapanış cümlesi; “Şunu unutmayın istiyorum, bence normal diye bir şey yoktur ama insanların çoğunun nasıl yaşadıklarını hatırlatacak bir referansınız olsun.”

Sormak istediğim soruyu sordum. “Terapilerin başından beri bu kadar yol kat etmenizi beklemiyordum, derken hangi gelişmeyi kastettiniz?” Cevabını alamadım. Hatırlamadı. Ya da hatırladı ama kaldıramayacağımı düşünüp söylemedi.

Yine Sorular…

Başka bir soru daha vardı ama onu soramadım. Zaten biraz da bu yüzden gerildim. Soramadığım için. “Duygusal ihtiyaçlarımdan, kişisel gelişimimden ve hayatımın erkeğini nasıl tanıyacağımdan bahsettik. Peki cinsel ihtiyaçlarım ne olacak? Sizce eş seçiminde bu konu ne kadar önemli? Ve bu konunun benim için ihtiyaç anlamında önemini düşününce bu konunun eş seçimimdeki etkileyici rolünü nasıl dengeleyebilirim?” Bunu soracağım. Ama nedense beni geriyor.

“Bana anne-bebek ilişkisinden bahsetti. Bebeğin ilk iletişim deneyimini anneyle yaşadığı, geri bildirimler eşliğinde sağlıklı tepkiyi öğrendiği ve bu durumun hayat boyu tüm ilişkilerini etkilediğinden bahsetti. Sonra da benim fi tarihinden beri bildiğim, geçen sene ablamla onayladığımız, her annemle görüşmemizin sonunda, yaptıklarımızın yıkılıyor oluşundan bahsetti. Bu konuda anlattıklarının hepsini biliyordum, kendimi didik didik ediyorum derken, yaşadıklarımla ilgili araştırmalar da yapıyorum demek istemiştim. Hakikaten nerden okuduğumu bilmiyorum ama ben bayağı şey biliyormuşum. Psikoloji hakkında. Bildiğin bilinçli bireyim yani. Reyhan hoca benden böyle bahsedince komik geliyordu. Şimdi hak veriyorum.

Terapiden ayrılırken, ‘benim bir sürü konuşmak istediğim şey vardı, hiçbirini konuşamadık’, dedim, “Yazın.” Dedi. Cevap vermedim. Yazmayacağım. Ama bu kitabı ona vereceğimi sanıyorum. Sanırım bu, durumu telafi eder.

Berkay “Yücel’ciğim nasılmış?” dedi. Artık eminim bildiğine. Bu konuda sürekli nabzımı yokluyor. Sonra da “Sağlığı sıhhati nasılmış?” dedi. Ondan sonra da “Senin suratın neden iki karış yine mi kötü geçti terapi?” dedi. Ben onu görmeye bile dayanamıyorum, o bütün ukalalıklarıma sabrediyor. Hiç birine doğru dürüst cevap vermedim.

Terapinin özeti bu sanırım. Şimdi bir 2 haftadaha bekleyeceğim. Bu iki haftada boşanmış, taşınmış, değişiklikleri hazmetmişolurum herhalde.    

Yeni bölümün sonuna geldik. 8.Bölüm için tıklayınız.

Beğendiyseniz takip etmeyi unutmayın.

Sevgilerimle.