Bana Benziyor (Aşk Terapisi 6. bölüm)

Bana Benziyor (Aşk Terapisi 6. bölüm)

27 Aralık 2018 0 Yazar: rumeysa sariarslan

Bana Benziyor

( Aşk Terpisi 1.Bölüm için tıklayınız. Hikayeye başından başlamak için ) Tekrar 5.Bölüm için tıklayınız.

Her şey gittikçe karmaşıklaşıyor. Beni şaşırtan ve şaşırtmayan durumlar var. Hepsinin ortasında ben, bu olanlarda hiç payım yokmuş, sadece izleyiciymişim gibi tepkisizim.

Öncelikle çift terapisi korktuğum gibi değildi. Ben orada Berkay’la doğrudan iletişim kurmak zorunda kalacağımı sanıyordum. Bu da evdeki münakaşalarımızı terapiye taşımak olacaktı. Ben bu adamla zaten iletişim kuramıyordum, Yücel Hoca ne yapacaktı da bunu sağlayacaktı, buna aklım ermiyordu. Ama terapide Berkay’la aramızda saydam bir duvar vardı. Birbirimizi duyuyorduk ama soruları Yücel Hoca soruyordu, cevapları Yücel Hoca’ya veriyorduk. Yani gerginliğim boşunaydı. 

Ben cevapları olabildiğince net vermeye çalıştım, Berkay ise daha önce görmediğim kadar netti, yol kat etmişti bu anlamda. Ama hâlâ cevaplarının yüzde altmışı politikti. Yücel Hoca, “Bu mor mu?” diye sorduğunda, “Bence önemli olan burada biraz kırmızı olması ve bu kırmızının neden burada olduğudur…” gibi beni asla sonuca götürmeyecek ve anlamadığım cevaplar veriyordu. Artık bunun ne olduğunu Yücel Hoca sayesinde anlıyordum ama bu şekilde konuyu ilerletmek mümkün olmuyordu.

Seansın ilk dakikalarında bir müddet ben ayağımı salladım, sıkıntıdan. Ben bıraktıktan sonra Yücel Hoca sallamaya başladı. Bu küçük ayrıntıları aklım nasıl topluyor hiç bilmiyorum. Benzeşmeleri depolayan ayrı bir birim var sanırım kafamda. Yine seansın ortalarına doğru o hıçkırdı, doymuş hıçkırığıydı, güzel yemek yemiş. Üzerinden bayağı zaman geçtikten sonra ben hıçkırdım. Benimki de doyma hıçkırığıydı. İkimize de konuşurken denk geldi. Tam utanacaktım, sonra onun o tatlı hıçkırığını hatırlayıp ona benzeyen bir hıçkırığa sahip olduğum için teselli buldum. İkimizinki de birer kez oldu. 

Seansta ellerimle uğraştığım zamanlarda ya da başka şeylere odaklandığım zamanlarda, birkaç kere kafamı kaldırdığımda bana ilgiyle baktığını gördüm.

Sanki ben bedendim ve beni orada tutan ruh oydu. Gözlerini görünce her şey yolunda oluveriyordu. Oysa seans aralarında yani hafta içleri girdiğim bunalımlardan hiç haberi olmuyor. Kendi kendime nazlanıyorum. Seansa giderken karamsarım, bu seans karamsar hâlimi görecek diyorum. Bakalım ne yapacak, sanıyorum ki ruh hâlim ona gözükecek ve her şey normale dönecek. Beni karamsar görünce daha az değer verecek ya da ben ona depresif hâlimle kırıcı şeyler söyleyeceğim ve aramıza kırık camlar serpeceğim.

Ama her gittiğimde o salonda beklediğimde gerilirken bile, onu gördüğümde bir anda çözülüveriyorum. Yani evet, böyle hayaller kurardım hep, birinin ışığından bu derece istifade edebilmekle ilgili. 

Ama bunun gerçek olamayacak kadar bana ait bir hayal olduğunu düşünmeye başladığım anda böyle bir şeyin olması, “zamanlama manidar” dedirtiyor.

Ve bir tarafım hâlâ -bu daha senelerce sürecek bir düşünce- bunun zaten gerçek olmadığını, eski maceralar gibi gelip geçici bir şey olduğunu, bu duyguların zamanla eriyeceğini, bir zaman geldiğinde yeni araçlar öğrenmiş hâlde tekrar amaçsızlığa kürek çekeceğimi söylüyor. Daha da bitmiş hâlde. Başka anlamda daha da dolmuş hâlde. Eskisi gibi duygularıma kapılıp, sel olup akamıyorum. Öte yandan, seanstan sonra Berkay müsaade isteyip lavaboya girdi ve Yücel Hoca’yla ikimiz kapı önünde baş başa onu bekledik. Aslında beklemeyebilirdi. 

Ama sanırım bu Berkay’ın gözünde değer kazanmak için yaptığı bir şey. Çünkü Berkay’ın işi gücü iltifat görmek, iltifat etmektir. Samimiyetini sorgulamaz. Yücel Hoca da onun bu zaafından yararlanıp, Berkay’da kendine yer açıyor. Yoksa kendisine âşık olduğumu bildiği hâlde, ilgi vermeye devam ederek de benim zaafımı mı kullanıyor, beni mi etkisi altına alıyor?

Neyse bu arada paltomu giydim ve sıcak, güzel elleriyle el sıkıştım, kalorifer peteğine yaslandım ve ona bakmaya başladım. Biliyordu ona baktığımı. Ona gururlu bir sevgiyle baktığımı biliyordu. Belki de sadece hayranlıkla baktığımı biliyordu ama ben onun varlığından gurur duyuyordum. 

Rabbimin böyle bir güzelliği yaratmasından kendime pay çıkarıp övünüyordum. Onu sadece tanımış olmaktan gururluydum. Bu da bir mertebeydi benim için. Derken karşımda, horozlar gibi vücudunu bana dönüp, sağ eliyle göğüs kafesini okşayıp göğsünü kabartıyordu, sonra parmaklarıyla saçlarını tarıyordu, bunları ona baktığımı bildiği hâlde yapıyordu, resmen karşıma geçmiş erkeksi jestler yapıp ilgimi çekmeye çalışıyordu. Ve ben bütün çekimleri kendi gerçekleştirmiş yönetmen gibi filmi izlerken etkileniyordum. Hiç bu kadar bilinçli etkilenmemiştim sanırım. Yani, beni etkilemek istemesinden mi etkileniyordum, yoksa flört oyunları kurup yönetmesinden mi bilmiyorum. Ama çok tatlıydı.

Ve bana tekrar hayatıma devam edebileceğimi hatırlattı. Onu sevmeye devam edebileceğimi. Onu sevmeye devam edebildikçe de var olmayı sürdürebileceğimi.

Eve gelirken Berkay yalnız yürümek istediğini söyledi. Ben otobüsle döndüm. Berkay eve geldikten biraz sonra gülerek, “Düğün mü var, göbek atalım mı, her yerin ışığını açmışsın?” dedim. Çok çirkin bir cevapla ağzımın payını aldım. “Bıdı bıdı konuşma be!” diyerek sesini yükseltti, suratını iğrenç yaptı ve, “Sen açınca da görüyoruz, açmışsam açmışım, konuşma, kapa çeneni!” gibi şeyler söyledi. Pıtır pıtır yürüyerek odama döndüm. Kapımı kapattım.

Ben nice depremler gördüm *Kolay kolay yıkılmam *Her defasında kaybetsem *Yine de hiç üzülmem*Aslında bu kadar da kırılgan değildim *Kendi yarattığım düşmanlara yenildim *Bir kayboldum sonra tekrar belirdim *Masallardaki gibi *Bir varmışım bir yokmuşum *Bir varmışım bir yokmuşum*Sen bana imkânlar sundun *Ben bunu kabul edemem *Şimdiye kadar yalnızdım *Öyle pat diye değiştiremem*Aslında bu kadar kırılgan değildim *Kendi yarattığım düşmanlara yenildim *Bir kayboldum sonra tekrar belirdim *Masallardaki gibi *Bir varmışım bir yokmuşum *Bir varmışım bir yokmuşum*Korkarsam sakince ıslık çalarım *Ben susmam sen de susma ki korkmayalım *Maalesef az sonra gitmem lazım *Huyum böyle aynı yerde hiç kalmamışım *Bir varmışım bir yokmuşum *Bir varmışım bir yokmuşum

( Pinhani – Bir Varmışım Bir Yokmuşum )

İkinci terapimizde döküldük. Biz birer düşman mayınıydık, ülkede. Yücel hoca bizi denize döktü.

Son bir haftadır o kadar canım sıkkındı ki. Hafta sonu kuzenim geldi ve bana dedi ki, ‘Yıldız, şimdi ya da sonra boşanacaksan, neden hemen gitmiyorsun? Berkay’a yeni planlar yapabilmesi için zaman kazandırıyorsun. Eline düşünmesi için fırsat veriyorsun.’ Evet, hayatım boyunca ben insanları incitmeden hareket etmeye çalışırken, aynı insanlar güç toplayıp, kumpas kurdular arkamdan. Üstelik Berkay beni aşağılayıp duruyordu. Çocukluk arkadaşım arayıp, rüyasında Berkay’ın beni sürekli aşağıladığını gördüğünü söyledi. ‘Hayırdır?’ dedi. ‘Hayır mıdır bilmem ama olanı görmüşsün’ dedim. Dayanamadığım bir şey varsa o da üzerimde emeği olduğunu sanan insanların beni aşağılamasıdır. Artık orda duramazdım. 

Daha önce bana destek olur umuduyla, boşanma fikrimle ilgili, annemin kulağına su kaçırmıştım. Pazar günü annemler geldi. Babamla birlikte, her halükarda bu evliliğin süreceğini, boşanma gibi bir şeyin söz konusu olmadığını söyleyip gittiler. Sanırım beni sandalyeye bağlamaktan bahsediyorlardı. Ya da benim kılığıma girip evlilikteki rolüme bürünmeyi de kastetmiş olabilirler. Bu söylediklerinden başka bir anlam çıkaramadım ama çok sinirlendim. Zaten Berkay da bana destek değil köstek olmaya yatkındı. 

Ben de kendime kalacak yer, beni boşayacak avukat, yeni bir telefon hattı alma yollarını aramaya başladım. Sonra arkadaşlar dedi ki, bu yaptığın terapiye de yansıyacak bir şey, Yücel hocaya da bahsetmelisin. Ben de elimin altındaki uzmandan faydalanayım diye düşündüm. Böyle bir şeyi ona soramazdım beni yanlış anlayabilirdi. Sanki nasıl hareket edeceğimi değil de evi terk etmek konuşunda ne düşündüğünü soruyor gibi olmak istemezdim. Bu benim kararım sonuçta. Kararımın netliğini sorgulayacaktı muhtemelen. Ama büyük ihtimalle benim göremediğim, hesaba katamadığım bir ayrıntı, bir fikir olsun katkıda bulunabilirdi.

En önemlisi de Berkay ben evden ayrılırken mi öğrenmeli, önceden konuşursam bunu olgunlukla karşılayabilir mi, yani bu riski almaya değecek kadar duruma hazırlıklı mı, bu konudaki fikrini merak ediyordum.

Ben Allah’ın sevgili kuluyum. Berkay’ın bir gün terapiye geç kalacağını biliyordum, çünkü hep son dakikada geliyordu. Ama bugünün o gün olması çok iyi oldu. Terapiden önce Yücel Hocaya beş dakika konuşmak istediğimi söyledim. Beni umursamadı. Mail atarsınız dedi. Tepemin tasını attım. Tam dört kere mukabele ettim. Kendimi zorla kabul ettirdim. Artık iyice gergin ve tedirgindim. Beden dilim de onu iyi yönlendirmiyordu, kabul ediyorum. Durumu izah ettim. Bana, “Bu bir soru değil, siz zaten kararınızı vermişsiniz.” dedi. Uzun uğraşlardan sonra da terapistliğin hakkını vermek için soruya soruyla karşılık verip, “Bunu yaparsanız sizce Berkay Bey terapiye gelmeye devam eder mi?” dedi. Ben de bundan kendime bir cevap çıkardım. Bu aşamada evden ayrılmamı doğru bulmadığını anladım.

 Terapi de bunu konuşup konuşmayacağımı sordu, ‘Berkay gibi politik olmak istiyorum. Söylersem annemleri başıma toplayacak, biliyorum’, dedim. Berkay da bundan kaçamayacağını biliyor, benim bu isteğime daha fazla gözünü kapayamayacağının farkında ama kriz yönetmekle ilgili de bir fikri yok. Zaten boşanmaya kürek çekmek, kendi duygularını çok sesli hissetmesine sebep olurken, dışarıdan gelen sesler cılız kalıyor. Ve kendi hissettiklerinin ağırlığı altında eziliyor. Tepkilerini, ilişkilerini, ne yapması gerektiğini öngöremiyor.

Ben de bu yüzden yardım almadan Berkay’a ulaşamıyorum.

Seansa başladık, Berkay bir haftadır net bir şekilde boşanmak istediğini söyledi, aslında hissettiği şey benim tedirginliğim ve evdeki halimin değişmesiydi. Benden önce davranıp boşanmak istediğini söylerse kuyruğu dik tutmuş olacaktı. Öyle de yaptı. Hem de her şeyi benim cümlelerimle. Artık kavga etmek istemediğini, huzursuzluğa dayanamadığını ve kendisinin de psikolojinin bozulduğunu söyledi. Normal zamanda kendisini sağlıklı, beni psikolojisi bozuk diye nitelendirip kendine buradan üstünlük atfederdi. 

“Bu şekilde yaşanmaz. Ben de mutlu olmak istiyorum”, dedi. Ben araya girdim ve “Böyle düşünmene çok sevindim.” dedim. Ve birden bire üzerime bir hafiflik ve mutluluk çöktü. Annemler bana zulmedebilirlerdi ama Berkay’a zulmedemezlerdi. Böylece en azından idam fermanım, ‘elektrik şokuyla’ değil de ‘tabancayla’ diye hafifletildi. Ama ben hala Berkay’ın bu fikre yeterince alışmadığının farkındayım ve istiyorum ki, gerçekten iyi olsun. İyi olmazsa bundan dolayı suçlu hissetmeyeceğim, artık hayır! Ama iyi olması için dua ediyorum. Umarım o da bana ediyordur! Çünkü ancak iki taraf birbirinden razı olursa, en iyi şekilde muvaffak olunabilir.

Berkay terapinin ortasında sözü benden aldı, gülerek bir şeyler anlatmaya başladı ama anlattıkları toplamda bir şey ifade etmiyordu, gülüşüne paravandı sözleri. Yücel hoca bazı şeylerin canını yaktığını fark etti. Sonra bunu dillendirdi de, benim ve Berkay’ın yanında. Önceden Berkay bunu altta kalmak, küçük düşmek olarak görürdü, en azından karşısındaki bensem. Şimdi ise kabullenmenin altında eziliyor. O yük ona o kadar ağır geliyor ki. Yine de baş etmeye çabalıyor. Bu sürecin, terapinin, boşanmanın, gerçeklerle yüzleşmenin, spiritüel gelişimine çağ atlattığını görebiliyorum. Ve diyorum ki, Allah’ım hikmetinden sual olunmaz. Benim hayatıma giren kimse boşuna değildi. Bana kattıklarıyla ve benden aldıklarıyla sen her şeyi planlı yapıyorsun kuşkusuz.

Terapi boyunca sadece bir kere Yücel hocamın gözlerini üzerimde yakaladım. Yine kafamı eğmiştim, düşüncelere dalmıştım. Kafamı kaldırdığımda, bana ilgiyle baktığını gördüm, mest oldum. 1 de bir sayıdır neticede. 1’de var olduğunu gösterir ilginin. Bu da bana yetiyor bu seferlik.

Çıkışta Berkay lavaboya girdi. Ben koordinatör Belgin Hanımla, sohbet ettim. Şakalaşıyoruz, gülüşüyoruz. Ayla Kadını da orda. Koordinatör hanıma dönüp, “Yücel hoca sakallarını mı kesmiş?” diyor. Zaten şüphem yoktu ama bana yine kendini hatırlatıyor. Bu Ayla kadını sana aşık Yücel Hocam. Ama yakışmıyorsunuz benden söylemesi. Her şey bir cinnet geçirmeme bakar. Dediydi dersin.

Yücel hocanın odasına yöneldim tekrar. İpad’le meşgul. Beni görünce buyurun dedi. “Bir şey yok geziyorum”, dedim. Sonra beni peşinden sürükleyen hayat, içimden gelen dürtüler, düşünmeden yaptığım hareketlerden birini yaptırdı. Kafamı uzattım kapıdan içeri.

“Teşekkür ederim.”, dedim.

“Ne için?”

“Terapiye geldiğimde kötüydüm şimdi çok iyiyim.”

Hoşnut görünüyor. Ben de hoşnut oluyorum.

Bizden sonraki çiftini alıyor seansa. Bizden öncekiler de yaşlıydı, bizden sonrakiler de yaşlı. İçim rahatlıyor. Ortada güzel bir kız yok. Yaşlılara yardımcı olmak lazım tabi. Onca sene ilişki götürmüş bu insanlar, ilişkilerini bakıma getirmeleri çok güzel, biraz destekle daha çok randıman alınır bu çiftlerden. Ama Yücel hocamı takdir ediyorum. Birkaç sene içerisinde çift terapisinin aranan isimleri arasına girecek bu azimle. Yaptığı iş çok zor, bir de yaşlılara, yani çok emek verilmiş ilişkilere müdahale edebilmesi, kemikleşmiş ilişkileri kıpırdatabilmesi bence bütün dünyayı kendine hayran bırakabilecek bir yetenek. Yani ondan etkilendiğim için söylemiyorum, ruhsal yönünün ağırlığını çok hissediyorum ve bununla başarılı oluyor.

Berkay’la enstitüden çıktık.

“Yine yürüyecek misin?”, dedim. “Seninle yürümemin bir sakıncası var mı?”

“Her yaptığını bana mı soruyorsun” dedi gergin ve hırçın bir ses tonuyla.

“Tamam o zaman, ben otobüsle gidiyorum, evde görüşürüz”, dedim.

Seansta konuştuğumuz, birbirimize ev arkadaşıgibi olma, evlilik bağının ve ilişkinin aradan kalkması henüz gerçekleşemiyor. 

Ele avuca sığmazdı deli gönlüm*Bir zamanlar neredeydi şimdi nerede *İster güneş ol yak beni*Yağmurum ol ağlat beni*Aklım başka duygularım başka yerde*Bir deli rüzgar savurdu beni böyle*Bu mutlu tutsak benim altın kafeste*İster güneş ol yak beni*Yağmurum ol ağlat beni*Zincirleri yüreğimin artık sende*Yok ağlatmaz asla beni bir gün ayrılık*Pişmanlığım nefret olmaz öfke olmaz*Senden daha acı bir hasret bulunmaz*İster güneş ol yak beni*Yağmurum ol ağlat beni*Zincirleri yüreğimin artık sende

( Mustafa Ceceli versiyonu – Deli Gönlüm )

Hayat değişiyor, ben değişiyor muyum? Berkay’la evin içinde birbirimize girmeye başladık. Önce çamaşır makinesi durduktan hemen sonra çamaşırları asmadığım için, çamaşırları onun asmasını beklediğimle itham ediyor, ardından, ‘bak gerçekten sabrım taşıyor, çok kötü şeyler olacak’ diyor. Bağrışmaya devam ediyoruz ama dayaktan bahsettiğini anlıyorum. Kafam çok karışıyor. Yücel hocaya, son bireysel seansımda sormuştum. ‘Kapıları vuruyor, öfke patlamaları yaşıyor, evi başıma yıkacak’ demiştim. O da bana ‘bir şey olmaz merak etmeyin, terapiyle destek vereceğiz’ demişti. Sanırım ben pisi pisine dayak yiyeceğim. Eğer daha hızlı hareket etmezsem.

Üzerimde hala erkeklik hakimiyeti kurmaya çalışıyor. Bütün hırsı söylenerek yaptığı temizlik yüzünden. Ondan temizlik bekleyen yok, ama o bana ‘sen pissin, kötüsün, aşağılıksın’ demenin bin bir türlü yolundan birinin de ben otururken temizlik yapmak olduğunu düşünüyor. 

Kredi kartını alıyor, kredi kartıyla alışveriş yaptım diye beni azarlıyor. Bir zamanlar benim adıma kredi kartı çıkartmama izin vermeyip bununla idare ederiz diyen adam, bana bunun için kızıyor. Kart fazla gelmiş diye de aşağılanıyorum. Sonra ekstresine bakmak isteyince, ‘ne yapacaksın, sen muhasebeci misin?’ diyor. İşin komiği bunlarla benim gözümde değer kazanacağını sanması. ‘Vay erkek adama bak beni nasıl da yeri geldiğinde aşağılıyor, yeri geldiğinde kredi kartına el koyuyor, dayakla tehdit ediyor.’ Falan diye mi düşünmem gerekiyor? 

İşin başka bir ilginç yanı ise, benim bunlara katlanıyor ve hala bu evde oturuyor, bu evliliğe karşı tüfek doğrultmamış olmam. Toplum içinde asilik konusunda zirveye oynadığım yıllar şimdi antika. Acaba Berkay’ı önemsemediğim için mi bunlara katlanma gücünü kendimde bulabiliyorum. Yoksa egom mu azaldı. Belki de temkinli olmanın yavaş hareket etmekten geçtiğini kanıksadım, sabır büyüttüm. Ya da Yücel Hoca’nın hatırına mı tüm bunlar. Adam bir bakışıyla beni olduğum yere mıhladı, kıpırdayamıyorum. Ne zaman ki gözlerini üzerimden çekecek, hareket etmeme izin verecek, o zaman gidip bu evliliği sonlandırabileceğim.

Halbuki annemlerin aşağılaması çok canımı yakardı, Berkay’ınkiler o kadar yakmıyor. Zaten içinde Berkay olduğu için de değil, annem koktuğu için, aynı annemin tarzıyla aşağıladığı için, aşağılarken yüzü annemin yüzüne benzediği için, o anda kendimi o çaresiz küçük çocuk gibi hissettiğim için canım acıyor.

Evden kaçardım. Sık sık. Bunu bir rutine çevirmiştim. Berkay’dan da kaçmıştım bir kere. Beni Bostancı’da yakalamıştı. Telefonumu yanıma almamıştım. Ağlıyordum. Bu bana yardım et demekti. Ama onun bu konuda hiçbir fikri yoktu.

Bu adamın beni aşağılaması ve üzerimden egosunu tatmin etmesi bana ne kazandırabilir ki? Sonuçta bütün bunlara anlaşmalı boşanma yapmak için katlanıyorsam ve Berkay anlaşmalı boşanma için kıvama geldiğinde, ben çok fazla şey kaybetmiş olacaksam, -dayak yiyebilir, psikolojik enkaza dönüşebilir, ya da katil olabilirim-, Allah hepsinden korusun. Bütün bunların ne anlamı kaldı?

Hakim bir arkadaşımdan, çekişmeli boşanırsak davanın uzayacağını, avukat masrafının da katlanacağını öğrendim. Ama anlaşmalı boşanırsak, avukata bile gerek yokmuş. Tüm şartları sağlıyormuşuz. Berkay’la birlikte bir dilekçe vermemiz yetecekmiş. Ama ben beklemek istemiyorum. Sabahları tek başıma uyanmak istiyorum. Gönlümce şarkı söylemek istiyorum. Ve bana değen bütün fitneleri kapımın dışında bırakmak istiyorum. Senin sonsuz hazinenden bunları vermen mümkün mü Allah’ım. Belki benim hayal edemediğim, daha fazlasını da verirsin. Lütfun ne hoş derim o zaman.

Artık kalbim daha durağan. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Hareketin olduğu yerde bereket vardır da, bizimki pek bir şeye şaşırmıyor, heyecanlanmıyor bu aralar. Sevda derdim var ama olur mu olmaz mı bilemiyorum. Kendi haline bırakıyorum. Yücel çok uzağımda. Her an aklımda. Ama nasılsa çok uzağımda. 

Evlilik bana çok iyi geldi. Evet, bu beni kendime getirdi. Çok şahane bir aşkı tatma fırsatı verdi bana. Hem kader çizgisinde beni ona götürdü, hem de şu an kendimi ondan başkasıyla olamazmışım gibi hissediyorum. Yani bu o kadar iyi bir şey ki. Belki asla Yücel’le de olamayacağım. Ama bir başkasını da düşünmüyorum. Yani önümdeki yiyecekler ilgimi çekmiyor. Karnım tok gibi. Yücel’i gördükten sonra başkası beni kesmiyor. Yücel’le ya da Yücel’siz onu sevmeye devam edebilirim. 

Zaten sanatı fark etmenin de güzel tarafı bu. Sadece çıkarınız için değil, bir şeyi güzel olduğu için de sevebiliyorsunuz. Ve onu diğer erkeklerle kıyasladığımda, -hiç tanımadığım birini tanıdığım erkeklerle kıyaslıyorum-, aradaki farkı görebiliyorum. Bu aklıma delil sunuyor, beni güvende hissettiriyor. Çünkü artık çürüğü temizden ayırt edebiliyorum. Yücel’i tanımanın sayesinde. Yani benim kıyaslama yapabileceğim bir erkek figürüm yoktu. Belki de bu yüzden hep hataya düşüyordum. Tasavvur gücüyle anca bu kadar idrak edebiliyordum iyiyle kötüyü. Şimdi elimde etten kemikten bir örnek olunca, erkekleri tanımakta bir referans noktası buldum. İlişkide nasıl olduğu umurumda değil. 

Bir insanın dışarıdan göründüğünün, içinde biriktirdikleri olduğunu biliyorum. O yüzden kimse bana ilişkide farklı olur demesin.

Tabi ki onun da eksikleri vardır, hoşuma gitmeyecek yanları vardır. Benim de var, herkesin var. Ama ilişkide sadece karşındaki insanı tolere edebildiğin kadar mutlusundur. Bunu keyifle yapabildiğinde ve karşılığını aldığında. Bu durumda ilişki akışkandır. Bu da alttan alta, karşılıklı fedakarlıkların bilinmesiyle oluşan saygıdır, vefadır ve sevgidir. Arada ayağı taşa takılırsa da ittirirsin olur biter. Nasıl hocam anlamış mıyım? Eminim söyleyecek çok şeyleriniz vardır ama sizi duyamıyorum.

Bir gün şöyle bir hayal kuruyorum. Amerikan filmlerindeki gibi, terapi seansına giriyorum ve siz değil de sen diye hitap ediyorum. ‘Hey dostum’ diyorum samimice ve bu Türklerin dolaylı iletişim kültürlerini eleştirircesine doğrudan konuşuyorum. Sen de beni kaba bulmuyorsun, hatta eşlik ediyorsun bana. Mesafe koyamamaktan kaygılanmıyorsun. Sabah başından geçen olayı örnek vermekte çekinmiyorsun mesela. Karşılıklı artistlikler havada uçuşuyor. Kimse söylediğinin devamında yanlış anlaşılmaktan korkmuyor. Belki de sadece ben korkuyordum ve artık ben de korkmuyorum. Anlaşılamadığımda köpürüyorum, sabırla tekrar etmeden önce, seni eleştiriyorum, başka bir yerde de sen beni eleştiriyorsun. İkimiz de gocunmuyoruz. Bu saçma sapan hayali neden kuruyorum bilmiyorum. Ama eminim sen biliyorsundur.

6. bölümün sonuna geldik. 7.Bölüm için tıklayınız.

Beğendiyseniz takip etmeyi unutmayın.

Sevgilerimle.