Ben ve Terapi (Aşk Terapisi 3. bölüm)

Ben ve Terapi (Aşk Terapisi 3. bölüm)

17 Aralık 2018 0 Yazar: rumeysa sariarslan

Ben ve Terapi

( Aşk Terpisi 1.Bölüm için tıklayınız. Hikayeye başından başlamak için ) Tekrar 2.Bölüm için tıklayınız.

Kafamdakilerle birlikte bir hafta yaşadık. Geceleri birbirimize sarıldık. Uyanır uyanmaz, aklıma ilk gelen kelime, Yücel. Sorgulamadım. Sorgularsam salt gerçeği kaçırmaktan korktum. Hissettiklerime nefes alma imkânı verdim. Her şeyde bir hayır vardır. Beni bununla imtihan eden Allah beni yalnız bırakmaz. Yeter ki ben ona sırtımı dönmeyeyim. Allah her zaman insanı yaşatacak bir sebep yaratır. İnsan da yaşar. Sen benim sebebim olabilir misin?

Son bir aydır üzerime aptal bir mutluluk hâli çökmesi sayesinde, bu son hafta da bunun devamı gibi algılandı ve kocamın ya da iş yerindeki insanların dikkatini çekmekten beni korudu.

Bu arada psikiyatra gittim ve lityumun sivilce yapmasından şikâyet edip bu ilacı kullanmak istemediğimi anlatıp, doktoru bir şekilde ilacı bırakmaya ikna etmek istedim. Öte yandan lityumdan önceki hâlim aklıma geldikçe korkmuyor da değildim. Bu yüzden doktorumun bunu makul görmesi önemliydi. Muayenenin ilk on saniyesinde doktor, “Seni oldukça iyi gördüm, lityumu azaltarak bırakalım,” deyince, “Ey aşk sen nelere kadirsin!” ve “Doktoru ikna etmek için plan yapmak tamamen zaman kaybıymış,” diye düşündüm.

İlacı bu kadar kısa sürede bırakacağım için şaşkın ama daha çok mutluydum. İlacı azalttık ve esas ilaç bırakma bir ay sonraki muayenenin ardından gerçekleşecekti. Yani ilaçlarla son bir ayımdı. Sonra sivilce tedavisine başlayabileceğimin teyidini de aldım. Böylece on sene sürebileceğinden bahsedilen tedavi, optimum doza ulaşınca 5 ay sürmüş oldu. Yücel Hoca’yı görmeme daha dört gün vardı. Ama bu sefer her şey çok farklı oldu.

Terapinin ilk cümlesi, gergin ses tonuyla, “Yıldız Hanım eşiniz nerede?” oldu.

Sanırım ondan hoşlandığımı anladı, haince kocamı terapi dışına atmak istememden şüpheleniyor. Hayır, böyle bir şey tabii ki yok. Anında olanı biteni özetleyiveriyorum.

“Ben bireysel gerçekleştirilen seanslara birlikte gelinmesi gerektiğini bilmiyordum. Yani randevu alırken konuşulmadı. Sabah haberim oldu, kocama söyledim ama işi uzadı. Seansa tek başıma gireceğim için tek başıma gelsem de olur diye düşündüm. Ama bundan sonrası için koordinatörle haftalık programı netleştireceğiz.”

Ben hızla ve panikle bu cümleleri söylerken kafasını yana yatırdı kaldırdı. “Hım…” Onay mahiyetinde kafasını salladı. “Hım…” Bu arada çıkışının biraz sert ve aceleye kaçtığını fark etti. Seansın ilk cümlesinden öyle manalar çıkartabilirim ki. Bir kere gergin olması, belki az ama panik yapması ve bundan pişmanlık duyup toparlamaya çalışması benim için dünyalara bedeldi. Bunları hayal mi ediyordum, net görüyor muydum? Bu konuda kimseyi inandıramazdım ama ben böyle düşünüyordum, böyle inanıyordum ve böyle yaşıyordum. İnsan bildiğinin dışına çıkamıyor, ta ki yeni şeyler öğrenene dek.

Sonra toparlama sürecine giriyor. Arka arkaya aralarında bağlantı kuramadığım sorular soruyor.

“Peki Yıldız Hanım, siz hep şöyle böyle mi yaparsınız?”

Soruyu da şeklini de beğenmiyorum. Üstelik anlamadığım için kendimi aptal gibi hissetmeme sebep oluyor.

“Bir dakika ya… Biz ne konuşuyoruz, ben şu an hiç burada değilim, konuya giremedim.” diyorum, mızıkçı çocuklar gibi tavana bakarak. Koltuğa yaslanıp ayaklarımı uzatıyorum, bu hareket sıkıldığımı ifade ediyor.

“İlla kontrol etmeniz mi gerekiyor?” diyor, hoşuna giderek.

Benim de hoşuma gidiyor bu seans bir türlü girizgâh yapamaması.

“İlk seans ilişki terapisinin ne olduğundan ve bu seansın bireysel terapi olduğundan, beni konuşacağımızdan bahsetmiştiniz.” diyorum. “Şimdi kimi, neyi konuşuyoruz anlamadım, her şey havada kaldı.”

Ben bunu dedikten sonra etraflıca aklıma yol gösteriyor, Yücel Hocam, ömrümün şahı elimden tutup beni aydınlıklara, muhabbet ırmaklarının kaynağına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Hafta boyunca Yücel Hoca’yı düşünmekten arta kalan vakitlerimde evliliğimi sorgulamıştım. Kaçınılmaz şekilde ilk terapimizin getirdiği sorulara ve farkındalıklara değindim. Düşündükçe canım sıkıldı, Yücel Hoca’ya boşanmak istediğimi ama ben evlenmeden önce, bende bu düşüncenin var olduğunu, bu evliliğe bile bile lades dediğimi anlatmam gerekiyordu ve terapi sürecinin bu bilinçle şekillenmesi gerekiyordu.

Oysa boşanmama daha zaman var diye düşünüp, bu konuyu aklıma getirmeyip kolay yoldan hayatıma devam etmek istiyordum. Şimdi bu düzenim terapi yüzünden bozulmuştu. Hayat beni dürtüyordu. “Hadi!” diyordu. “Yeni bir kırılma noktasına vardın. Değişimi engelleyemezsin. Bundan sonraki yolculuğun için başka bir araca aktarma yapman gerek, hazırlan.” En son, yirmi seanslık terapinin hele bir on seansı geçsin de ondan sonra açılırım diye düşündüm.

Ama o gün geldiğinde, konuşmanın seyrine göre şöyle demeyi planladım. “Hocam ben her an sizden, boşanma ve bundan en az zararla kurtulma üzerine yoğunlaşmamızı talep edebilirim.” Oysa bunu dememe hiç gerek kalmadı. Çünkü kocamla aramdaki farkları, uzun vadede evliliğimle ilgili ne düşündüğümü, neden böyle bir hata yaptığımı, aslında nasıl bir erkek istediğimi, hayata bakış açımı ve daha bir sürü şeyi, tereyağından kıl çeker gibi, ağzımdan alıverdi. Muhabbet o kadar güzeldi, beni o kadar iyi anlıyordu ve tanıyordu ki. Belki de tüm danışanları böyle hissediyordur. Yanlış anlamaları bile naifti. Düzeltmek için tekrar iletişime geçiyordu. Tek başına yargılara varmıyordu. Sanırım bu sonuncusu onu başarılı bir psikolog yapan şey.

Seansın daha ilginç haberi, ona âşık olduğumu söyledim. Hayır hayır, ona âşık olduğumu değil, sadece âşık olduğumu söyledim. Kocama rağmen birine âşık olabildiğimi bilmesi terapilerin sağlıklı sonuç vermesi için önemliydi. Hem istesem de saklayamazdım. Hâl dilinden anlardı. Belki üstüne alınmasına engel olabilirim düşüncesi içerisindeydim. Ki daha sonra onu da yüzüme gözüme bulaştırdım.

Seans boyunca bir tebessüm olsun göstermedi. “Aha şimdi belki. İşte şunu söylersem belki gözünde bir parıltı olsun yakalayabilir miyim acaba?” Kahroldum. Ne düşündüğü umurumda değildi. Olumsuz bir düşünce yansıtmıyordu da. Sadece güzel bir şeydi. Onun gülmesi gerekirdi, mutlu olduğunu görmeliydim. İçim huzursuzdu. Ama dedim kendime, beni de kendini de sakınıyor. Kocamla ilişkimi gözlemlemeden hakkımda tam fikir sahibi olabileceğini düşünmüyor haklı olarak. Sonuçta seansın başında “eşiniz nerede” demişti. Hâlâ benim boşanmak istememin, kafamın karışıklığı mı yoksa mantıkla alınmış bir karar mı olduğundan emin olamıyor.

İlk hafta evliliğin çözülebilir problemlerinden bahsederken, ikinci hafta adamın karşısına boşanmak düşüncesinde sabit olduğumu söyleyerek çıkıyorum. Kendisinden etkilendiğimi anlamamasına imkân yok. Ben gibi o da çıkarımlarda bulunuyorsa. Evliliğimi de gözlemlemek isteyip benim için sağlıklı ve doğru bilgi almak istemesi meslek etiği gereği. Bunun için kocamı tanıması gerekiyor. Benim duygusal boşluğumdan ötürü kendisine meyletmeme de engel olmak istiyor.

Seansın sonuna doğru, hatta son cümleleri oldu, kendimi engelleyemedim. Bipolarımdan bahsediyorduk.

“Psikolojide seksen çeşit kişilik tanımlanmış. Ben gelmiş geçmiş milyarlarca insanı seksen çeşide indirgemenin doğru olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla evet, bipolarsınız. Ama bu Yıldız’ın bipoları. Bunun tamamen size özgü bir şey olduğunu bilmelisiniz. Başkasının değil bu, sizin. Onu sevebilirsiniz.”

“Aile dizimi” çalışmasında bipolarımı temsil eden kişiye yakınlık gösterdiğimi anlattım. Çalışmada herkesten çok bipolarıma yakın olduğum ortaya çıkmıştı.

“Bipolarınıza isim koyabilirsiniz.”

“Yücel koyabilir miyim?” dedim ve doğal bir şey söylemiş olmanın rahatlığına girdim. Gülümsedim, ama o hiç taviz vermedi.

“Tabii ki koyabilirsiniz.”

Sevmek, bipolar, isim, Yücel…

Bu kadarla kalsa iyi. Yüz bulamadım ama püskürtme de görmedim.

“Hayır anlamıyorum, bir insanın adı Yücel olup da soyadı da Azim olur mu?”

“?”

“Hem Yücel, hem de Azim, nirvanaya ulaşıyor yani.”

“Hep daha fazlasına doğru değil mi?”

İfade etmek istediğim tam olarak buydu. Duymazdan geldim.

“Evet, seansı burada bırakalım. Son bireysel seansımızı yaptık.” diyerek ayağa kalktı.

Ben de onunla kalktım. Son derken? Ah Yücel Hocam, elimden bu kadar kolay kurtulamazsın.

“Son mu? Ama koordinatör dedi ki, üç seans bireysel yapılacak, yaaa, bir tane daha istiyorum.”

Ahh beden dili, ses tonu! Senin azizliğine uğramak benim kaderim değil mi? Yazınca çok da abes durmayan bu kelime öbeği, bir kadının cilvesiyle söylenince başka şeyler ifade edebiliyor doğrusu. Ben bunun ayrımına cümlenin nokta kısmına gelince vardım. Vücudumda bir dalgalanma oldu, ne dedim ben! Yücel Hoca yüzüme bile bakmıyor, ses tonumu fark ettiğine kuşkum yok. İnsan sevdiği erkeğin yanındaysa pelte gibi oluyor. Evliymiş, bekârmış, farkında olmadan flört moduna geçebiliyor. Bunun için bütün günahlar ismiyle zikredilirken, zina; zinaya yaklaşmayın uyarısıyla geçiyor Kur’an’da, bir kere daha anlıyorum. Ama hâlâ güvenli sularda olduğumu fark ediyorum. Hocamın iradesi sağlam.

Odadan çıkarken terapinin bu noktaya gelmesinin tek sorumlusu ben olamam herhâlde diye düşündüm.

Çünkü onun vücudundaki enerjiyi hissediyorum. Bir şey var, başka bir şey var diyorum içimden. Allah Allah, Reyhan Hoca da yüzük takıyordu, diğer hocalar da yüzük takıyordu. Ben hep yanlış insanları sevmemin sebebinin duygusal boşluklarım olduğunu düşünmez miydim? E, buraya da duygusal yönden boşlukta olan insanlar başvurmuyor mu? Terapistler de insan sonuçta, gelen giden bunlara âşık olursa burası işlevini yitirir. O zaman bunlar enstitüde yüzük takma kararı almış olabilirler mi? Anaa, sanırım aydınlanıyorum. Bu durumda dört şık var:

1. Ben şizofrenim, üstüne de megalomanım, bütün bunları uyduruyorum. Bana öyle gelmiş, öyle görmek istemişim.

2. Yücel Hoca evli değil, yüzüğü korunmak için takıyor ve benden hoşlanıyor. Dünyada olmaz diye bir şey yok!

3. Yücel Hoca’yı çok yanlış tanıdım, hatta çevresindeki insanlardan aldığım övgü dolu sözlere bakarsak onu herkes yanlış tanıyor, aslında benim ona hayranlık duymamdan sadece egosunu besliyor. Yani o bir narsist. Bu yüzden de beni bozmuyor. Belki de danışanlarının hayranlıklarını emerek besleniyor.

4. Olayların benim tahmin edebildiğim ayrıntılarla hiç ilgisi yok. Tüm bunlar benim deneyimlerimi ve zekâmı aşıyor. Adam sadece işini en sağlıklı ve özverili şekilde yapmaya çalışıyor.

O önde ben arkada, koridorda yürüyoruz.

Başı dik, gerginliğini belli etmemeye çabalayarak, bana bakmadan doğruca bekleme salonuna giriyor. Yeni danışanına, “Hoş geldiniz.” diyor. Kulağım onda, koordinatörle muhabbet ediyorum. Danışan beyefendiye hemen, “Başlayalım mı?” diyor. E, benim seansıma başlarken de doğru dürüst ara vermedi. Nefes almıyor mu bu adam? Odayı da havalandırmadı. Acaba bizim seans haddinden fazla uzadı da adamı bekletmek mi istemiyor, ya da erken başlayıp erken bitireyim, eve erken gideyim diyor. Ya da, ya da benden mi kaçıyor bu kuzum? Yüzüme bakmadan, bedeni uzakta kolunu uzatıyor, aceleyle elimi sıkıp, yüzümün koordinatöre dönük olmasından istifadeyle koştura koştura seansa giriyor.

Ertesi gün kapı çalıyor, tık tık!

– Kim o?

– Ben özgüvenin, birkaç saatliğine oturmaya geldim.

– Hoş geldin, açıyorum müziğin sesini sonuna kadar.

Bir deli Aşkperestim seninleyim al da gel kendini*Anlayamaz seni başkası biliyorsun gerçeği*Başlamadan biter sahte titremeler*Seni sadece ellerim çözer*Öyle küser gibi sevmelerini hapset öyle gel*Bir deli Aşkperestim seninleyim al da gel kendini*Anlayamaz seni başkası biliyorsun gerçeği*Bir yandan kilitle öbür taraftan haydi git de*Ruhundaki kayıp parçan bende gel etme eyleme*Sanma böyle sarılırsın yalnızca dağılırsın*Sen bendesin baştan beri kandırma kendini*Anca bulursun rüyalarında aradığın farklı kadını*Uğraşamam sıkıntıya gelemem fazla yorma sıkma canımı*(Yıldız Tilbe – Aşkperest)

3. Bölümün sonuna geldik. 4.Bölüm için tıklayınız.

Sevgilerimle.