Kalem
Kalem
Kalemle kağıda sarılınca ellerim dört yaşındaydım… Boya kalemleri ve taşırmadan boyadığım öykü resimlerim. Gittiğim her evde benim için ayrılmış uygun bir köşe vardı. Olmasa ne yazar, boyamak varken yazmıyordu henüz parmaklarım, kalemin o kurşun rengini akıtıp içini döktüğü satırlara.
Büyüklerin hikayelerini dinlerken ne sanat eserleri çıkarmıştım misafir odalarda. Hani 4 yaş müsameresinde ilk üçe girerdim. Giremedim. Onun yerine yirmi üçüme girdim. Şimdi yazmanın da diğer eylemler gibi, pelesenk olmuş söylemlerden arınınca kıymetini anlıyorum, hele de uzak kalınca.
İnsanın kendine yetebilmesi nasıl mümkündür? Düşünerek kendine yetmez insan. Hayal kurarak kendine yetemez. Hiçbiri, üzerinde gittiği yolculuğun tekerine ayak uyduramaz, zamana yenik düşer. Sosyalleşerek de yetmez insan kendine, bir zaman sonra kendini tekrar edecektir ilişkiler, konular, gündemler. Yine daralacaktır zamanla genişlemek isteyen mekanizma. Bunun gibi birçok örneğin çetrefilli yolları vardır bana göre.
Kendine yetebilmenin tek yolu öğrenmektir. Zamana yetişmek değil artık zamanın sana yetişmesi gerekir. Zamanından fazlasını öğrenirsen, ekseni kendine yaklaştırırsın. Öğrendikçe genişler, genişledikçe hayatı içine çekersin. Hayatın, içine gireceğim diye seni genişletmesinden ziyade.
Dış dünyayı okuyarak öğreniyorsan iç dünyayı da yazarak öğreneceksin. İşte sihirli ilişki burada alakayı üzerine çekiyor. Kendini tanımak için. Yaz. Yazdıklarında sana ait neler olabileceğini oku. Kullandığın ekleri, en çok nerelerde hata yaptığını. Hatta kime benzemeye çalıştığınla yüzleş! Yüzleştikçe önemsizleşecek, önemsizleştikçe sıradanlaşacak ve sıradanlaştıkça olgunlaştıracak bu eylem seni. Yani beni.
Bazen yaşadığı onca güzellik unutkanlıkla birleşince yabancı gelebiliyor insana. Oysa o satırları okurken kelimelere gizlenmiş hisler kuşatıyor göz çevresinden kalbe doğru. En yazmayan insan bile yazıyor bilmeden, istemeden. Kalem çok fedakar ve vefakar.
Hepimiz yazıyoruz. Yeni bir dünyaya açılıyor ruhlarımız yazıyla. İfadeyi sözcükle yakalayamayacağımızı düşündüğümüz anlarda karşımıza çıkan tanımlamalar bizi dile aşık ediyor. Bizler yazıyoruz. Hiç bitmeyecek bir tutkuya açılıyoruz bilmeden, istediğimizden habersiz. Konuşmanın olduğu her yerde yazı da var oluyor. Yazıyı soluklarımız hızlanınca, aklımız kulağımızı bastırınca duyuyoruz. En ulaşılmaz güzellik derindeki ya, dışa vurumu bizi yazıya götürüyor, kalemden ve ilimden vazgeçemiyoruz.
Yazımı beğendiyseniz benzer bir yazı için tıklayınız.
Sevgilerimle