Bebek İstilası
Şehirde Bebek İstilası
- ŞEHİR
Günlerden salıydı. Salı günleri çok kimliksizdir. Benim yaşadığım yerde pazartesileri sendromla, çarşambaları hafta ortasıyla, perşembeleri Cuma öncesi günle, cumaları ise hafta sonuna girmenin sevinciyle anılır. Cumartesi, pazar hafta sonu eğlencelikleridir. Peki ya Salı da neyin nesi?
Ağaçlar sonbahara giriş emarelerini göstermeye başlamış, yapraklar sararmıştı. İşe gitmek için sokağa çıktığımda, geniş caddede hafif bir meltem esintisi hissedebiliyordum. Şehrin göbeğindeki bu dört yol ağzı, takım elbiseli insanların oradan oraya koşarken oluşturdukları ahenkle bugün bana bir hayli güzel göründü. 5 metrede bir yerleştirilmiş, kaldırımla araç yolunu ayıran ağaçların, yarı kel dalları bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Acaba bugün işe gitmesem, diye düşündüm. Çünkü hiç canım istemiyordu. 3 yıldır ara vermeden aynı ofise gidip, toplantılara girip reklam filmleri planlıyor, tanıtım projeleri hazırlıyordum. Bir gün keyfi bir izin hakkım olabilir diye düşündüm.
Yol ağzındaki ahşap dekorlu kafeye karşı, içimden gelen bir çekim olduğunu hissediyordum. Tepeden tırnağa 10 katlı apartmanlarla dolu şehir, zemin katlarındaki kapalı çıkmalar sayesinde bize, tek katlı yapılarla dolu bir ticaret ve eğlence şehri gibi hissettiriyordu. Dükkanların üzerinden başlayan katlarla beraber herhangi bir ilan ve tabela asmak yasaktı. Orantılı pencerelere sahip hepsi birbirinin aynı kutu kutu iş hanları ve dairelerdi bunlar. Her biri farklı renge boyanmıştı. Birlikte gökkuşağı gibi görünüyorlardı ama hepsi pastel tonlarıydı. Bu yüzden gökkuşağı çıktığında daha sönük kalıyorlardı.
Kafenin cam duvarları sonbahar başlamasına rağmen hala kapatılmamıştı. Bir kahve içmek için bara yaklaştım ve yüksek bir iskemleye oturup ayaklarımı aşağıya sarkıttım. Oturduğum yerden raflardaki çeşit çeşit kahvelerin etiketleri okunuyordu. Kimi Hindistan’dan gelmişti kimi Yunanistan’dan. Kafamı sağa çevirdiğimde 102 ekran televizyonu sola çevirdiğimde sokağın tamamını görebiliyordum. Bir Amerikan kahvesi ısmarlayıp yanımda sıralanmış olan gazetelere göz gezdirdim. Gazetelerde bir tuhaflık vardı. Sevindirici haberleri dünya kurtulmuş gibi, üzücü haberleri dünyanın sonu gelmiş gibi veriyorlardı. Sanki birisi objektiflik ayarlarıyla oynamıştı. Ya da gazetenin tüm çalışanlarında salgın şeklinde manik depresyon görülüyordu.
-
BEBEK
Gazetenin son sayfasında verilen küçük bir haber dikkatimi çekti. Emekleyen çıplak bir bebek resmiyle birlikte verilmişti. ‘Belgrad ormanında başıboş gezen bir bebek bulundu.’ 6 aylık olduğu tahmin edilen bebek yorgun, aç ve üşümüş olarak otların üzerinde uyurken bulunmuştu. Biraz daha geç kalınsa ölebilirdi. Ormanda gezintiye çıkan bir çift, bebeği fark ettiklerinde hemen polisi aramışlar, polis de bebeği hastaneye göndermişti.
Haberde ayrıca vicdansız anneye sesleniş vardı. Yetkililer bebeğin sağlık durumuna kavuştuktan sonra uygun olan çocuk esirgeme kurumuna teslim edileceğini ancak annesinin ortaya çıkması halinde yasalar gereği hiçbir ceza uygulamayacaklarını ve bebeği anneye teslim edeceklerini açıklıyordu. Aynı zamanda bebeğin annesinin de ormanda başına bir şey gelmiş olması söz konusuydu ve bu ihtimal için ormana arama kurtarma ekibi yönlendirilmişti. Son olarak yetkili mercii gereken tüm önlemlerin alındığını, bebeğin sağlık durumunun düzelmesi için duacı olduklarını bildiriyordu.
Uzun zaman haber okuyup bulmaca çözerek vakit geçirdikten sonra saate baktım. Henüz 11.30’u gösteriyordu. Güzel bir gün ama herkes işinde. Bense yalnız, sokaklarda başıboş kalmıştım. Sanki bulunduğum istasyona yaklaşan treni gördüğüm halde ona binmemiştim. Şimdi de aynı terenin perondan ayrılışını izlerken aklım başıma gelmişti. Oysa bu kadar buruk hissetmeme gerek yoktu. En sonunda yakınlardaki kent parkına doğu kapısından girip, uzun bir yürüyüş yapıp stres atarak, şirkete yakın olan batı kapısından çıkıp işime gitmeye karar verdim. Böylece öğle yemeğine kadar yarım gün izin almış olurdum. Öğleden sonra mazeretimi yazılı verip işime yönelecektim. Aldığım nefes de yanıma kar kalır diye düşündüm.
-
İŞE DÖNÜŞ
Herkes işine geç kalmamak için koştururken ben bir kafede keyfime bakmıştım. Önce kendimi ayrıcalıklı ve özel hissettiren bu durum, sonrasında kendimi işsiz ve yalnız hissetmeme sebep olmuştu. Yapacak başka bir işimin olmadığı gerçeğiyle yüzleştim. Hayat tezatlarla dolu diye düşündüm. Bu dinlenme bana moral olmuştu. İş verimimin her tatil sonrası olduğu gibi, bu öğleden sonra da artacağını biliyordum.
Öğleden sonra tam düşündüğüm gibi çok verimli bir iş çıkardım ve bizden yardım talep eden ortak markamızın reklam filmi için 3 öneri yazdım. Şirketteki herkes oldukça mutlu görünüyordu. Sanki herkes hafta sonunu dopingini idareli kullanmış da bir tek ben bu sabaha ihtiyaç duymuş gibiydim. Ya da bugün benim gibi, öğlene kadar kimse çalışmamıştı ama herkes birbirinden habersizdi. Espriler, samimi şakalaşmalar, dargınların birbirine takılmasına kadar varan bir samimi ortam doğurmuştu.
Bugün rakip firmadan gelen pazarlama ve reklam uzmanı biri işe yeni başlamıştı. Tüm öğleden sonra müdürlerle toplantıdaydı. İş çıkışı arkadaşlar hep beraber bir yerlerde bir şeyler içelim, tanışalım, kaynaşalım dediler. Anlaşılan yeni arkadaşın portfolyosu oldukça kabarıktı. Benim için hava hoş. Hatta aynı zamanda atıştırma fikrini de ben öne sürdüm ve hepsini birlikte yapabileceğimiz her zamanki mekana gittik. Böylece yeni iş arkadaşımız tam olarak bizden olmuştu. Hiçbir çaba sarf etmeden cv’si sayesinde kendini hemen sevdirmişti. Ama bunlardan bağımsız baktığımda da iyi bir insana benziyordu. Çalışmayı sevdiği tartışmasızdı.
-
MUHABBET
Ali, Murat, Mert ve ben yemeğin keyfiyle muhabbete dalmıştık. Ali iki çocuk babası 45 yaşında babacan bir adamdı. Grubu toparlayan genelde oydu. Bu şirkete 15 yılını vermişti. Çocukları büyümüş, biri üniversitede diğeri lise son sınıftaydı. Karısı kendisi gibi bir şirkette halkla ilişkiler alanında uzmanlaşıyordu. Murat 30 yaşında, benim gibi yalnız yaşayan nişanlı bir adamdı. Seneye düğün yapmayı planlıyorlardı. Biz ise henüz nişanlımla düğün tarihi belirleyememiş, farklı şehirlerde çalışıyorduk. İşe yeni başlayan Mert ise 38 yaşında, işinde çok başarılı bir uzman, evli ve çocuksuz bir kocaydı. Benim evimle şirketin tam ortasında bulvar caddesinde oturuyordu. Ben ise 5 sokak ötede Hürriyet caddesinde oturuyordum. Aynı caddenin sonunda oturan Murat’la göz göze geldik, gözlerimiz kendimize yeni bir eküri bulmanın kıvılcımını çaktı.
Muhabbetimiz nihayet doğal seyrinde reklam sektörüne kaymaya başladı. Karşılıklı, ekibinde yer aldığımız reklamları saymaya başladık. Birlikte eğleniyor, reklamlarda yaptığımız hataları itiraf edip öz eleştiri yapıyorduk. Benim çektiğim tıraş bıçağı reklamını çok beğendiğini söyleyen Mert meğer sırf bu yüzden iki yıldır bu tıraş bıçağını kullanıyormuş. Ama uyarısını da yaptı. Hoşuna gidecek yeni bir reklam filmi çekilmezse, rakip firmanın yeni reklamları 2 yıllık etkiyi yok etmek üzereymiş, tıraş bıçağını değiştirecekmiş. Ben de aynı ciddiyetle “Olur firmayla konuşur, onları yeni bir reklam çekmeye ikna ederim dedim.” Hep birlikte gülüştük.
-
AKŞAM
Her şey olabileceğinden çok daha güzeldi. Nişanlımla başka şehirlerde çalışıp bir türlü evlenememiştik ve tatsızdık. Ailem de başka şehirdeydi ama iş hayatımda ve arkadaşlarımla geçirdiğim vakitlerde gittikçe daha fazla tatmin oluyordum. Hayatım şirketten ibaret olmaya yaklaşıyor ve ben bu durumdan şimdilik şikayeti olmayan bir işkolik gibiydim.
Türk kahvelerimizi içtikten sonra kalktık. Murat’la birlikte eve doğru yürüdük. İş yeriyle ofisin yürüme mesafesinde olmasının ve arada ilgimizi çeken onlarca dükkan olmasının tadını çıkardık. Bir pastaneden çayın yanında atıştırmalık bir şeyler aldım. Gelmek isterse diye Murat’ı da çağırdım. Ama o tahmin ettiğim gibi bu uzun akşamdan sonra eve gidip dinlenmeyi tercih etti. Ben de eve girip kendime güzel bir çay demleyip pastaneden aldığım kurabiyeler eşliğinde biraz kitap okudum. Sabah kalktığımda salonda battaniyenin altında sızdığımı fark ettim. İşe gitmeme daha 2 saat vardı. Kitap okurken erken uyuyunca erken uyanmış olmalıydım. Zihnimde her gün otomatik kurulmuş bir saat, tam 7 saatlik uykudan sonra istisnasız beni dinç bir şekilde uyandırırdı. Saat daha altı buçuktu. Hava aydınlanmıştı. Balkona çıkıp uyanan şehir manzarasına baktım. Derin bir nefesle ciğerlerimi doldurup iyice gerindim. Artık gözümde de aklımda da uykunun esamesi okunmuyordu. Güne hazırdım.
Özene bezene ilk iş günümmüş gibi giyinip şöyle bir aynaya baktım. Aynadaki aksime “sana güzel bir kahvaltı ısmarlayacağım” dedim ve evden çıktım.
Dün sabah gidip öğlene kadar oturduğum kafeye gittim. Giderken köşedeki fırından kendime en sevdiğim büyük boy soğuk sandviçlerden satın aldım. Amerikan kahvemi isteyip bu sefer bol şeker attım. Enerjiye ihtiyacım vardı. Günlük gazeteler yine sol elimin altından bana bakıyorlardı. Sağa dönüp televizyona bakarak yemeğimi keyifle yedim. Bir yandan da bu sandviç ne kadar da güzel diyerek garsona sandviçimi övüyordum. Kahvaltım bitince gazetelere göz atmaya başladım.
-
BEBEK İSTİLASI
Bütün gazetelerde ilginç bir manşet vardı. Bebek İstilası. “Dün Belgrad ormanında bulunan bebeğin ebeveynine ulaşma ümidiyle başlatılan arama kurtarma çalışmalarında 107 bebeğe daha ulaşıldı. Uzmanlar şaşkın. Bebekleri buldukları mevkinin 3 bin metrekare çapında bir daire çizdiğini belirten yetkililer, çalışmalar devam ediyor. Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı falanca; “Bu olayın altındaki gizemi el birliğiyle çözeceğiz. Vatandaşlarımızdan panik yapmamalarını istiyoruz. Bize güvensinler.” Dedi. Bulunan bebekler güvende derken üzülerek 5 adet de bebek cesedine ulaşıldığını öğrendiklerini iletti.”
Haberi okumayı bitirdiğimde garsonun televizyonun sesini açtığını fark ettim. Bir tartışma programında bebeklerin sırrı ve olanların altındaki ihtimaller hararetle tartışılıyor. Herkes şaşkın ama kendinden emin bir heyecanla, kimi dikkat çekmeye çalışan bir grubun acımasız ve haksız eylemi olduğunu savunuyor, kimi Afrika’daki ölümlerin protestosu olarak bir grup aktivistin, uçak aracılığıyla bebekleri düzenli şekilde getirip ormana bıraktıklarını iddia ediyordu. Bu durumda aktivistler vicdansız olmalıydı. İlk bebekten itibaren yetkilileri harekete geçirmek için gizli bir çaba da sarf etmiş olabilirdiler. Ama işte yine de 5 bebek açlıktan ve soğuktan ölmüştü. Ya da yolda ölmüş de olabilirlerdi.
Birisi bebek istilasının, hükümetin gündemi değiştirmek için yaptığı tatsız bir şaka olduğunu savundu. Çocuk esirgeme kurumundaki bebeklerin sayısı, ormanda bulunan bebek sayısına bakınca, bunun için yeterliydi. Nasıl olsa bulunduktan sonra tekrar çocuk esirgeme kurumuna gönderiliyorlardı. Bir başkası bu fikre şiddetle karşı çıktı. “Hükümet bu kadarını yapmaya hem meyilli değildir hem de bu olaydan sonra başına gelecekleri göze alamaz. 5 çocuk öldü. Böyle bir şey olsaydı er geç ortaya çıkacağını hükümet de bilirdi. Bu halkın buna tepki vereceği de çok açık. Neden hükümet sahip olduğu konumu ve prestijini böyle bir olayla kaybetmek istesin ki. Hükümet içinde fantezi yapmak isteyen üst makamlarda birilerinin olması lazım bunun için.” Dedi.
-
ULUSA SESLENİŞ
Bu sırada sunucu konuşmacılara acelece teşekkür etti ve Başbakanın ulusa sesleniş yapacağını bildirdi. Başbakan hazırlanıyor biz de öncesinde kısa bir reklam arası verelim, Ulusa Sesleniş başlar başlamaz arkadaşlar canlı yayını bağlayacaklar, bizden ayrılmayın diyerek reklama girdi.
Tekrar soluma döndüm. Sokaklara baktım Aman allahım bu olanlar da neyin nesiydi. İnşallah bu işin sonunda bir ülkeyle savaşa girmek söz konusu olmaz diye düşünüyordum. Diğer ihtimaller beni ve yaşantımı pek etkilemez diye tahmin ettim. Sokakta koşturan insanlar gittikçe çoğalmıştı. Düne göre herhangi bir değişiklik yok gibi koşturmaya devam ediyorlardı. Ama elbette ki hepsinin durumdan haberi vardı. Televizyonlar ve telefonlar başta olmak üzere, radyolar, sosyal medya ve gazeteler vardı.
Saatime baktım henüz yedi buçuktu. Mesaime hala bir saat vardı. Bugün çok uzun geçeceğe benziyordu. Başbakanın sesini duyup tekrar televizyona döndüm. Garson sesini iyice açtı. Bütün sokak dinliyor, görenler kafeye oturuyor ya da geçerken ayakta biraz dinleyip gidiyorlardı. Başbakan herkese iyi günler dileyerek konuşmalarına başladı.
“Sevgili yurttaşlarım. Hepinizin bildiği malum konu üzerine gerekli açıklamaları sizlere bizzat ben yapma gereğini duydum. Konu, bebek istilası. Bildiğiniz gibi 2 gün önce Belgrad Ormanlarının kuzey kısmında 6 aylık bir bebek bulundu. Yetkililer bu durumu münferit bir olay olarak değerlendirip, bebeğin annesine veya bir yakınına ulaşmak maksadıyla ormanda arama yaptılar. Bir tam gün boyunca aralıksız yapılan aramalarda 107 bebeğe daha ulaşıldı. Bunlar da aynı diğer bebek gibi kaybolmuş, üşümüş vaziyetteydiler. Ne yazık ki 5 bebeği ise kurtarmaya yetişemedik. Tüm ülke ve ben de dahil olmak üzere hepimiz şaşkınlık içerisindeyiz. Ancak üzülerek söylüyorum ki, şu dakikada bildirilen sayı itibariyle bebek sayısı 500’e çıkmış bulunuyor.”
-
BAŞBAKAN
Ekranda basın mensuplarından, kafeye ve caddeye yayılmış kalabalık arasından “Aaaa, yaaa, ooo” sesleri yükselmeye başladı. Başbakan el hareketiyle sesleri bastırmaya çalışırken, ne kadar çaresiz ve şaşkın olduğu yüzünden okunuyordu. Hayatında ilk defa böyle bir durumla karşılaşan başbakanın kafasını, tarihte örneği bulunmayan bu durum, iki gündür meşgul etmiş, belli ki iki günde bir yaş daha yaşlanmıştı.
“Sevgili yurttaşlarım bu durumun müsebbiplerinin bulunması için elimizden geleni yaptığımızı bildirmek isterim. Öncelikle bebekler için görevlendirilen ekibimiz büyütülmüş, iki tane hastanemiz büyük ölçüde bu sahipsiz bebeklere hizmet vermeye başlamıştır.”
Bu sırada bir danışman başbakanın eline bir kağıt tutuşturup kulağına bir şeyler fısıldadı.
“Af edersiniz, konuyla ilgi arkadaşlar güncel bilgi getirmişler. Huzurlarınızda okuyorum. ‘Sahipsiz bebeklerin ormana yayıldıkları nokta helikopterlerle tam olarak tespit edilmiştir. Dışarıdan bakınca ağaç kovuğundan çıktıkları görünen bebeklerin gizli bir alt geçitten geçirilerek ormana çıkartıldığı tahmin edilmektedir. Araştırmalarımız son hızıyla devam etmekte. Yapılması gerekenler için bir toplantı düzenlemenizi bekliyoruz.’ Yurttaşlarım görüldüğü gibi bebek istilasında gereken her şeyi yapıyoruz. Sizden bize güvenmenizi ve huzur ve refah ortamını bozmamak için sakin kalıp bizim işimizi kolaylaştırmanızı temenni ediyorum. Son olarak bebeklerle ilgilenmek için gönüllü doktorlara ve annelere ihtiyacımız var. Lütfen gönüllüler başbakanlık sitesinden arkadaşlarımıza ulaşsın. İzninizle ben konu hakkında talep edilen toplantıyı yapmaya gidiyorum.”
Kafedeki herkes şok yaşıyordu. Birbirlerine hayal güçlerini ispat etmeye çalışırcasına komplo teorileri sıralıyorlardı. Nasıl bir tünel kazılmış olabilirdi. Ucu nereye çıkardı. Bu komşu ülkenin işi olabilir miydi, bunu yapanlar bu ülkenin insanıysa bu kadar bebeği nereden bulmuşlardı. Ortalarda bebeklerinin kaybolduğu söyleyen hiç kimse yoktu.
Saatime baktım sekiz çeyreği gösteriyordu. Şirkete gitmek için hesabı ödeyip kafeden kalktım. Şirkete giden yolda yine parkı kullandım. Parkta da herkes aynı konudan bahsediyordu. Bebek meselesi ne olacaktı. Şirkete gidince konuyu unutup akşam yeni haberleri alırım diye düşünüyordum. En azından bir müddet bu konudan uzak durmak bana ve benim gibi çalışan insanlara iyi gelecekti.
-
ÖNEMLİ PROJE
Şirkete gittiğimde Murat’ı, Mert’i ve Ali’yi beni beklerken gördüm. Müdür toplantı istemişti. Genel Müdür, Reklam Müdürü, Tanıtım Müdürü ve Organizasyon Müdürü ve biz dört uzman olmak üzere sekiz kişilik bir özel toplantı olacaktı. Konuyu sorduğumda onlar da bilmediklerini söylediler. Ama Murat’ın bir tahmini vardı. Genel Müdür’ün telefonları sabahtan beri susmuyormuş. Murat çok önemli ve büyük bir proje aldığını düşünüyordu. Bu düşüncelerini toplantı odasına giderken, asansörde, kısık sesle üçümüze aktarıyordu.
Toplantı salonuna geçtik. Her zamankinin aksine müdürler çoktan odaya geçmiş hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Bize nazikçe yer gösterdiler. Hepimiz uzun masada orantılı biçimde müdürlere en yakın sandalyelere oturduk. Genel müdür önce nasıl olduğumuzu sordu. Her zamanki hoşbeş muhabbetimizi yaptık. Daha sonra fazla vakit kaybetmeden konuya geçmek istediğini söyledi. Hepimiz genel müdüre kulak kesilmiştik.
“Başbakanlık binasından bir telefon aldık. Bize iki gün içinde halletmemiz gereken bir iş teklif ettiler. Bildiğiniz gibi şu bebek istilası meselesi. Hükümet halka aktarılandan çok daha fazlasını biliyor. Halk paniklemesin diye önce tedbiri alıp sonra yeni gelişmeleri açıklamayı düşünüyorlar. İnsanlar paniklediklerinde onları kontrol altına almaya çalışmak başlı başına bir iş ve hükümet şu an tüm kaynaklarını meseleyi çözmek için kullanarak zaman kazanmak istiyor.
-
BÜYÜK GİZLİLİK
Öncelikle şunu bilmelisiniz, bana bu işin büyük bir gizlilik ve ciddiyet içerisinde yürütülmesi gerektiğini bildirdiler. Aynı hassasiyeti ben de sizlerden bekliyorum. Hatta işi başaramazsak, kanunlar önünde suçlu sayılabileceğimizi bile ima ettiler, ona göre. Ben de bu iş için en uygun ekibin sizin ekibiniz olacağını düşündüm. Şirketteki en pratik reklamcılarsınız. Sizlere güveniyorum.
İşe gelince, bebekler hızla artmaya devam ediyormuş en son sayı 1500 civarı imiş. Hastaneler ve yurtların kapasiteleri hızla doluyormuş. Bizden bir reklam ve gönüllülük kampanyası başlatmamızı istiyorlar. Öyle can alıcı bir şeyler çekelim ki her vatandaş en az bir bebeği, bu durum çözülene kadar sahiplensin istiyorlar. Sadece kısa filmlerle değil, reklam tabelaları, billboardlar, duyuru metinleri, toplantılar, gönüllülük sertifikası verebilen kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklık gibi birçok çalışma yapmamız gerekiyor ve iki gün süremiz var. Bu yüzden sizin için yarım kalan işlerinizi durduruyor, geç kalan işleriniz için gerekirse müşterilere haber vermek üzere başka birimleri görevlendirmeyi düşünüyorum. İnsanların vicdanlarına dokunmalıyız, bu işi gönüllülükle çözmemiz gerekiyor. Bana öyle geliyor ki hükümet bu konuda çok gergin. Eğer bu işi başaramazsak bunu kanun tasarlayarak yapacak ve her yetişkine bir bebek kampanyası o zaman işleyecek.”
Murat araya girdi. “O zaman da olağanüstü bir hal olmuş olacak. İsteyene de istemeyene de bebek verilecek.”
“Evet, eğer bu badireden zaferle sıyrılabilirsek daha sonra şirketimizin prestiji için bir belgesel ya da röportaj ayarlayabiliriz. Siz de hak ettiğiniz primi ve terfiyi alırsınız. Bu konuda yüzümü kara çıkarmayacağınıza eminim. Sizden istenenleri şu tekstlerde maddeler halinde bulabilirsiniz. Sormak istediğiniz bir şey olursa ben odamda olacağım. Mümkün olduğu kadar kısa ve verimli bir toplantı yapın. Daha sonra önerilerinizi konuşmak üzere tekrar bir araya gelelim. Bu iş öğlene kadar bitsin. Unutmayın bütçemiz sınırsız. Ona göre düşünün.”
Genel müdür diğer sorumlu müdürlerini de yanına alarak toplantı odasından çıktı. Bizde şaşkın dört surat, bir-iki dakika, birbirimize bakakaldık.
-
ULUSAL PROJE
Bu gibi ulusal bir durumu iş fırsatı olarak değerlendirmek dışında elimizden bir şey gelmiyordu. Biz kendi işimizi yapıp, şaşırmayı ve meraklanmayı başka vatandaşlara bırakmak zorundaydık. Hemen elimize kalem kağıt aldık ve 15 dakikalık sessizlikle, beyin fırtınası öncesi istenenleri okuduk ve ilk aklımıza gelenleri yazdık. Daha sonra bunları sırayla okuduk ve açıkladık. Ali, Murat ve benim fikirlerim birbirine çok benziyordu. Sanat ve iş dünyasından ünlenmiş 10 kişiyi kullanarak interaktif bir kampanya düzenlemeyi ve bu süreçte de bütün reklam araçlarını kullanmayı öneriyorduk. Mert ise bu öneriyi desteklemekle birlikte etnik ve dini grupları unutmamamız gerektiğini, fanatizmi ve yerel siyasetçileri de bu projede kullanmanın etkiyi genişleteceğini savunuyordu. Patronun Mert’i neden bizim gruba verdiğini anlayabiliyordum.
“Öyleyse akademik camiadan da faydalanabiliriz.” Dedim. “Ama önce belirlediğimiz isimleri bebek almak için gönüllü olmaya ikna etmeliyiz.” Böylece isimleri ayarlama işi zor olacağından önce kampanyanın içeriğini belirlemeye ve kullanacağımız araçları ortaya dökmeye karar verdik. Kampanya metninin özeti olarak şöyle bir şey toparladık.
“Bu ülke bu güne kadar el ele pek çok badire atlattı. İçeride ve dışarıda ulus devlet olmanın hakkını hep birlikte verdik. Halkımızın yardımseverliğinden tüm dünyanın şüphesi yoktur. Ortak vicdanımız gereği bu sahipsiz bebekleri, geçici bir süre sahiplenmeyi öneriyoruz.”
Böylece hem ‘biz’ vurgusu yapacak hem de etnik-dini-mesleki vb. her düşüncedeki insanları etkisi altına alacak kişileri aracı kılıp işi garantiye bağlayacaktık. Bütçenin sınırsız oluşunu ünlü ya da değil bu kişileri seçerken kullanacaktık. Bütçe sınırsız da olsa etkisinden emin olamadığımız bir işi yapmak parayı saçmak olur ve bunun hesabını mutlaka soracaklarını biliyorduk.
-
REKLAM KAMPANYASI
Reklam araçları olarak da;
Binalara birbirini takip eden dev afişler asacaktık. Bu afişlerde kampanyadaki insanlardan birbiriyle bağlantılı olanları bir arada göstererek akılda tutma yöntemini kullanacaktık. Billboardlara hepsini birlikte koyup, kendi ağızlarından ortak bir vurucu cümle yazacaktık. Bu cümlenin ‘İnsan yavrularına sahip çıkın! Biz çıkıyoruz.’ Olmasına karar verdik ama müdürler ve özellikle genel müdür beğenmeyebilirdi. Nasıl olsa bu durumda toplantı notlarının üzerinden tekrar geçilecek, yeni bir toplantı yapılacaktı. Bunun rahatlığı da yok değildi. Haftalık ve günlük şenlik programları hazırlanıp, kampanyadaki ünlülerin ücretsiz konser vermeleri sağlanacaktı.
Beste yapan çok ünlü bir sanatçıdan kampanya için beste yapmasını isteyecektik. Eğer kabul etmezse, bunun için gideceğimiz ikinci sanatçıyı da belirlemiştik. Ve en önemlisi gönüllülere yapılacak yardımlardı. İki aşamada bu yardımları planladık. Öncelikle bebek alan kişi, dilerse bebek bakımıyla ilgili haftalık kurslara gidebilecekti. Kurslarda ücretsiz 24 saat hizmet veren çocuk doktorları bulunacak ve telefonla da yardım alınabilecekti.
Maddi yardım olarak, bebek bezi, bebek pudrası, ıslak mendil, mama gibi ihtiyaçlar için bebek sahiplerinin isimlerine çıkartılan kartlarla, belirlenen merkezlerden haftalık dağıtımlar yapılacaktı. Bunun için de dev firmalardan toptan alınacak malları depolayacak ve dağıtacak birimler kurulmalıydı. Biz bunun tırlarla yapılabileceğini düşündük.
-
MÜDÜR
Saat 11’e geliyordu. Müdürler toplantı odasına hızla girdiler. Genel Müdür, “Arkadaşlar, başbakanlık aradı. Süreyi kısalttılar. Öğleden sonra kendilerine sunum göndermemizi istiyorlar. Vakit olmadığından kendileri bakacakmış. Eğer beğenirlerse karar alır almaz, anlaştıkları organizasyon ekibini göndereceklermiş. Nasıl gitti, güzel şeyler çıktı mı, iş var mı?” dedi.
Mert aynı genel müdür gibi nefes almadan konuşarak kabataslak kararlarımızdan bahsetti, biz diye aktarmasından anladığım kadarıyla ekip çalışması iyiydi. Sonra da “Arkadaşlar tamam derse şimdi birlikte sunumu hazırlayalım. Yarım saat sonra size iletelim, kontrol eder, başbakanlığa yönlendirirsiniz.” Dedi. Biz de bu fikrine katıldık ama itiraf etmeliyim işe daha dün başlayan birinin normalde benim ya da Murat’ın rolü olan cümleyi söylemesine takıldım. Murat’la yine göz göze geldik. Ama bu işte gözlerimizi konuşturmaya bile vaktimiz yoktu. Müdürlerin odadan çıkmasını beklemeden bölümleri paylaştık ve işe koyulduk.
-
İŞ YOĞUNLUĞU
İşimiz bittiğinde hepimiz çarşambanın beklenmeyen iş yoğunluğunun yorgunluğuyla kendimizi şirketten dışarı attık. Yemeğe gidip üzerimizdeki baskıyı hafifletici konulardan konuşmaya özen gösterdik.
Genel müdür Ali’yi telefonla arayıp güzel iş çıkardığımızı söyleyip, tebrik etti. Slaytı başbakanlığa gönderdiğini, cevap beklediklerini söyledi. Böyle konuları paylaşmak için sessiz bir anlaşma gereği olarak Ali’yi aracı yapardı. Sanırım onu yaş olarak kendine daha yakın hissetmesi, Ali’nin babacanlığı ve şirketteki en kıdemli uzman olması bunun sebebiydi. İçimizden müdür terfisi alması en muhtemel kişi Ali’ydi. Ama Mert’i bu kategoride nereye oturtacağımı bilemiyordum.
Çaylarımızı içip ofise döndüğümüzde organizasyon müdürü fikrimizin beğenildiğini ve işe başlamamız gerektiğini söyledi. Birimiz eline telefonları alıp ünlüleri ve meslek uzmanlarını aramaya başladık. Bazen rastgele birisi ortaya bir isim atıyordu, onu arıyorduk. Bazen de uzmanları internetten araştırıp en iyisini bulmamız gerekiyordu. Proje gizli olduğu için küçük bir toplantı odasına taşınmıştık. Gürültüsüz ve rahatça çalışabiliyorduk.
-
GÖREV PAYLAŞIMI
Bir arkadaşımız hükümetin gönderdiği belgeyi fakslayarak organizasyon mekanlarını, mahallelerde bebek ihtiyaçlarının depolanacağı merkezleri, bebek bakım kurslarının kurulacağı binaları ayarlıyordu. Kimseye ödeme yapmıyor, hepsini başbakanlığa yönlendiriyorduk. Tahminimce başbakanlık bunun için Maliye Bakanlığı’na bağlı özel bir birim oluşturmuş olmalıydı.
Bir diğerimiz çocuk doktorlarına ulaşıyordu. Hastaneden ulaştığı doktorların cep numaralarını alıp konuyla ilgili bir konferans ayarlayacak, onları bilgilendirecek ve o zamana kadar hazırlanan merkezlere iletecekti. Ne yaparsak yapalım herkese bu durumu cazip hale getirmemiz gerekiyordu. Bu nedenle doktorları da maaş zammı ve vergi muafiyetiyle ikna ettik. Hükümet bu kadar harcamayı göze alabildiğine göre, hazinede bu kadar kaynak var diye düşünüyorduk.
Kararlaştırdığımız ürünlerin üreticileriyle, hükümet direkt temas kurmuştu. Ben de bunlardan randevu alıyordum. İlk etapta neredeyse tüm markalarla irtibata geçilmişti. Hepsinin stokları gerekiyordu. Ve 3 günde bir haftalık üretimlerini yapmaları isteniyordu. Hükümet bunun karşılığını ödemeye hazırdı.
Hepimiz bu işe kanalize olmuştuk ama ben başaramamaktan korkuyordum. İş çok kısa sürede hayata geçiriliyordu, bu da riskleri ve hata yapma ihtimallerini arttırıyordu.
-
BEBEK SAYISI
Akşama doğru bebek sayısının dayandığı rakamlar 5.600’leri gösteriyordu. Bütün ülke karışmıştı. Meclis gündemi değişmiş, sadece bu konu konuşuluyordu. Başbakan günde beş defa ulusa sesleniş konuşması yapıyordu. Herkes bu gizemden sıkılmış kimileri umursamaz davranmaya başlamıştı. Bu durumu kimsenin aklı almıyordu.
Ertesi gün çocukların gönderileceği illeri seçtik ve ekiplerimizi oralara yönlendirdik. Bundan sonra en az elli çocuk talebi olmadan bir ili projeye dahil etmeme kararı aldık. Ünlüler ve sanatçılar ikişer üçer çocukları sahiplenmeye başladılar. Medya peşlerinde dolaşıyor, konu hakkında görüşlerini soruyordu. “Onlar da şunların tatlılığına bakın geçici bir süreliğine de olsa hayatıma renk geldi.” Diyerek kameralara gülümseyip herkese tavsiye ediyorlardı. İşler tıkırında ilerliyordu. Biz başarılı olmuştuk. Ama ben buna sevinemiyordum. Bebek sayısı artıyor, ilk bebeğin bulunduğu günden bu güne 5 gün geçmiş ve bebek sayısı 15.000’lere ulaşmıştı.
Ben de bir bebek almış evde ona bakıyor, bu durumu çocuk sahibi olma stajı gibi düşünüp, kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Ülkede kimse işe gitmez olmuştu. Çocuksuz çalışan kesim artık evde çocuk bakıyordu. Sonunda halihazırda çocuklu ailelerin daha çok bebeğe bakması yönünde kampanyalara ağırlık verilmeye başlandı. Bunda hayatında ilk defa bebek bakanların yaptığı hatalar sonucu 12 bebeğin hayatını kaybetmesi oldukça etkili oldu. Artık merkezlerde deneyimlilere öncelik veriliyordu.
-
KURTARMA ÇALIŞMALARINA DEVAM
Bir haftalık çalışmanın ardından uzmanlar bebeklerin çıktığı ağaç kovuğunu bebeklere zarar vermeden kesmeyi başardılar. Ama ağacı kökünden sökemedikleri ve bebeklerin çıktığı kovuğa bir yetişkin olarak sığamadıkları için olaya açıklık getiremediler. Helikopterler ve özel timler tüm bölgeyi aradı, şüphelendikleri herkesi gözaltına aldılar. Sonra bu durum halkta tepkiye yol açtığı için bu işe bir son verdiler ve araziyi 24 saat taramakla yetindiler.
Sekizinci gün bebek sayısı 30.000’lere ulaşmıştı ve şehirde çocuksuz kalan bireyler kendileri dışlanmış hissetmeye başlamışlardı. Ben benim ufaklığı ana kucağına koyup ihtiyaçlarını sırt çantama yerleştirip şehirde tura çıkıyordum. Artık evde oturmaktan sıkılmıştım. Havalar da tam sonbahar havasıydı ve ben durmadan mahalledeki bebek merkezini ziyaret edip o bitmeyen sırayı beklemek zorunda kalıyordum. Çocuğa en ufak bir şey olduğunda endişelenip, kendimi suçlayıp doktoru arıyordum. Doktor artık benden bıkmıştı. Ama ben bu durumun hiç farkında değil gibi davranıyordum. Çünkü bu ufaklığa çok alışmıştım. Artık işe de gitmiyordum ve neredeyse tüm dünyam bu küçük çocuk olmuştu. Arada sırada Murat’la buluşup dertleşiyorduk. Onun bebeği ‘agu’ demiş benimki henüz dememişti. Bu yüzden çok dertliydim.
-
SON ÜÇ SAAT
Bebek uyanmasın diye kısık sesle televizyon seyrettiğim bir gün başbakan yine ulusa sesleniş konuşması yapmaya başladı. İlk dikkatimi çeken sesindeki keyif ve rahatlamaydı. Hemen olumlu bir gelişme olduğunu anladım. Televizyonun sesini açtım. Son üç saattir kovuktan bebek çıkmıyordu. Bu güzel haberi vatandaşlarla paylaşmadan daha fazla dayanamamışlardı. Tüm yurt hep birlikte sevinip tek bir ağızdan şarkılar söyleyebilirdi. Bundan sonra yapılacak şeyler atılacak adımlar, bebeklerin bakımı konusu ve ağaç kovuğundaki tünelin nereye çıktığının aydınlatılmasıydı. Başbakan hükümet adına tüm vatandaşlarına çok teşekkür ettiklerini, ulusumuzun ne kadar asil ve vicdanlı olduğunu söyleyip konuşmasını bitirdi.
Çok mutluydum. Bebeği evde unutup çıktım. Sokaklar gerçekten hiç bu kadar şen olmamıştı. Göbek atanlar, şarkı söyleyenler, gitarla eşlik edenler, avazı çıktığı kadar sevinç nidası atanlar… Herkes sokaklara dökülmüştü. Hızla caddenin sonuna doğru ağzım kulaklarımda koşuyordum. Etraftaki kucağı bebekli insanlara çarpmamak için çaba sarf etmem gerekiyordu. Köşede bir kafeye girdim. Burada pek heyecan yoktu ama açık televizyon ilgimi çekmişti. Çoğu yaşlı adam oturmuş durumu değerlendiren uzmanları dinliyorlardı. Ben içeri girdiğim sırada bir tanesi bu bebeklerin tanrıdan armağan olduğunu ve o ağacı kestiğimiz için armağanından vazgeçtiğini, bu yüzden de bebekleri göndermediğini söylüyordu.
-
BEBEK TÜNELİ
Bir anda aklım başıma geldi. ‘Bebekler!’ Benimkisi evde uyuyordu. Bu sefer sevincimi atmak için değil, sevincimi bir kederle gölgelememek için caddeyi koşarak evin oraya geldim. İçeri girdiğimde ufaklık hala uyuyordu. Ben de onun yanına uzandım ve onu seyrederken uyuyakaldım.
Sonraki bir yıl bebeklerin bakımevlerine yerleştirilmesi ve bakım evi sayısının arttırılması için yapılan çalışmalarla geçti. Bu sırada hükümetin görevlendirdiği işçiler ağaç kovuğundaki tüneli genişleterek ilerlemeye devam ediyorlardı. Birçok işçi çalışma sırasında toprak altında kalarak can verdi. Tünelin sonuna ulaşamayan hükümet üç yıl sonra seçim çalışmaları için araştırmayı durdurdu. Seçimi kazanamadı ve yerine gelen hükümet bu saçmalığa çok kaynak ayıran eski hükümeti eleştirerek aynı hataya düşmeyeceğini söyledi. Konunun üzerini bir daha açmadı ve tam 35.000 bebek nereden geldiklerini bilmeyerek bizim dünyamıza ayak uydurmaya çalıştı.
Hikayemi beğendiyseniz takip etmeyi unutmayın.
Sevgilerimle.