Aşk Başkadır

Aşk Başkadır

2 Kasım 2018 0 Yazar: rumeysa sariarslan

Kasımda Aşk Başkadır

Hepimizin hayatını renklendiren konu; Aşk. Kasımda aşk gerçekten başka mıdır? Söz konusu filmde öyle tabi. Peki ya filmlerde değil de gerçek hayatta arıyorsak aşkı?

Kimine göre sadece hormonların yükselmesi anlamına gelir aşk. Kimine göre hayatın anlamıdır. Kimine göre çiftleşme ritüelidir. Kimine göre sıcak bir kalbe giden temastır. Kimine göre ise konunun başlığından da anlaşılacağı gibi romantizmdir. Yapraklar dökülürken, doğa ölüme hazırlanırken biz insanlar yeni bir başlangıç yaparak doğaya zıt bir şekilde çiçekleniriz. Sevdiğimizin kollarında hayatın tüm dertlerinden, kafaya taktığımız tüm sorunlarımızdan uzaklaşmamızı mucizevi şekilde sağlayan aşka sığınırız. Kendimizi bildik bileli kanımızda akan o bilindik yönelime kendimizi teslim ederiz. Birken iki oluruz. Sonra iki iken bir hissederiz. Yaşamanın bundan daha güzel, daha sofistike bir halini düşünemiyorum.

Biz insanların bir arada yaşama tutkusu da buradan geliyor sanırım. Aşık olmak ve bir hayat kurmak. Ne zaman başımız sıkışsa, ne zaman işler yolunda gitmese dünya üzerimize yıkılacak gibi olur. Sonra bir aşık oluruz, aynı dertler devam etmektedir ama bize bir meltem esintisi gibi yumuşacık ve önemsiz şeyler gibi gelir. Aşkın bu kadar büyülü bir bohçayla kapımıza gelmesini belki de biz isteriz. Biz yaratırız bu büyüyü. Hiç aşık olmayanlar bile bir romanda, bir filmde buna şahit olduklarında etkilenir. Nerede aşk vardır, orada hayat vardır. Sevgisiz aşk olmaz. Özümüz sevgi iken bir de aşk içinde bulmak kendimizi, ballı bademin ağzımızdaki tatlı yumuşaklığında sürpriz bir sertlik gibi çarpar bizi.

aşk

Aşkın Duygusu

Sevgiliyi, malı mülkü, işimizi, ailelerimizi kıyaslayabilirken aşkımızı kıyaslayamayız. Aşk bizim beynimizde patlayan şeker gibi hep dikkatleri üzerine çeken, sadece ona yoğunlaşmamızı sağlayan bir duygudur. Bencildir. Başka bir duygunun gölgesinde yaşanmaz. Hep merkezde olmalıdır. Binlerce lira borcumuz varken, başkaları bizi çok üzmüşken bile aşk kapımıza geldiğinde hepsi ikinci planda kalır. Pencereleri açıp evimizi havalandırmasak bile, ağaçlara ve gökyüzüne bakamasak bile içimizden, yüreğimizden hayat verir aşk. Bazen bir insana değil de hayatın kendisine duyulabilen bir üstün sevgi de aşka örnek olur. Mecnun’un Leyla’ya duyduğu aşkın onu mevlasına götürmesi gibi.

Aşkın olmadığı yerde ne çiçekler açar ne hayat coşkuyla akar. Yavaş yavaş sıkıcı ve buhranlı bir hale gelir. Birilerine, bir şeylere ya da bir fikre aşk beslemelidir insan. Kasımda ya da her ayda aşka ihtiyacımız vardır.

Aşk olunca dünyaya bakışımız yumuşar, hayatı algılayışımız genişler, acılarımız hafifler. Şefkatimiz ve toleransımız artar. Aşk yoksa düşünceleri, mutluluk kaynaklarını, canlıları öldürmek, kin gütmek, intikam istemek kolaydır. Aşk varsa hayatta kalma isteği ağır basar. Yaşama ve yaşatma, dirim kalma, yeniden başlama ve mücadele etme motivasyonu, şevk gelir. Sıradan olan güzellikler mucizevi görünür. Sıra dışı kötülükler etkisiz kalır. Ta ki içimizdeki aşkı hedef almasın.

Aşkın Düşmanı

Aşkımızı korumak onu içimizde diri tutmak bazen çok zor olabilir. Dikkatimizi dağıtan dost görünümlü düşmanlar onu bizden almak isteyebilir. Çünkü aşka sadece sahip olanlar saygı duyar. Sahip olmayanlar, karanlıkta kalanlar başkaları da sahip olamasın ister. Her güzel şeye düşman oldukları gibi yüreğinizdeki ışığa da göz dikerler. Bu onların, onu ya benimle paylaşacaksın ya da seni pişman edeceğim deme şeklidir. Onlarla paylaşmanın yolunu bulmak ise deveye hendek atlatmaktan zordur. Hem isteme şekilleri hem de aşka hazır olmayan yürekleri bunu imkansız hale getirebilir. O yüzden onlardan sakınmak ve güvenli bölgeler belirleyip, yüreğindeki ışığı orada paylaşmak gerekir. Yoksa bu kimseler aşka bile güzel bahçeyi saran ayrık otları muamelesi yapabilir.

Sizi, aşk sayesinde iyi bir durumda olduğunuz düşüncesinden şüpheye düşürebilirler. Dışlayarak, yüreğiniz soğuyana ve aşka kapılarınızı kapayana kadar sizi perişan edecek derecede hoyrat ve kalpsiz davranabilirler. Ne kadar bilinçle, ne kadar bilinçaltı güdüleriyle yaptıklarının bir önemi yoktur. Sizin de ölü bir ruhla hayattan keyif almayan bedenlere dönüşmeniz için çabalar dururlar. Ruh emicidir onlar. Kendinizi kaptırırsanız, kaybetmekte olduklarınızı bir müddet fark edemeden huzursuzluğunuza anlam vermeye çalışırsınız. Anlamaya başladığınızda da iş işten geçmiş olabilir. Ancak sizler aşkı hayatının bir döneminde tatmış insanlar olarak, geri dönmek isterseniz bunu eskisinden daha fazla çabalayarak başarabilirsiniz.

Günümüzde ve dünyanın muhtelif zamanlarında sık sık yaşadığımız aşk kaymaları işte budur. Yeni nesil aşkla beraber gelir. Pek çoğu onu yaşatamaz ve solup gider. Genç olmak hayata aşkla bakabilmektir. Bu yüzdendir ihtiyarların gençliklerine öykünerek meseller anlatmaları. İçlerindeki aşkı kaybetmiş, hayatı sadeleştirmişlerdir. Kaybetmemek bizim elimizdedir diye kişisel gelişim literatürüne geçmeyeceğim. Bazen hayat, aşk ve diğer şeyler elimizde değildir. Öyle olumsuzluklar arka arkaya gelir ki, alır sizden sahip olduklarınızı. Direnmek gerek ama herkes kendi hayatının gerçekliğinde direnç gösterebilir. Ve hayat böyle de akmaya, tütmeye devam eder. Bu yüzden sahip olduklarımızın kıymetini bilerek hayata sıkı sıkıya tutunmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yoktur.

Yazımı beğendiyseniz başka bir eğlenceli yazı için tıklayınız.

Aşkla kalın!