Hayat bulmak
Hayat bulmak…
Yaşatmak bir nevi yeşertmek…
İnsan mutluyken her şey yolundaymış gibi gelir, sonradan anlar sadece kendi bağlarının, etkileşimlerinin neticesini yaşadığını. Sonra öğrenmeye başlar, sözüm ona bilinçlenir, aslında daha çok şey öğrenmiştir ve kafası karışmıştır. Yine de uyguladığı kadar değil öğrendiği kadar var olduğunu düşünür. daha çok öğrenmenin peşindedir hep, belki de ”trend”leri kovalamaktadır. Çoğu zaman içsel huzurla mutluluğu birleştiremez. Daha çok satın aldıklarımız, sahip olduklarımız, öğrendiklerimiz kadardır hayat.
İçimizdeki ışığın ne durumda olduğunu merak etmeyiz. Bazen bir güzel şey yakalarız, bir güzel an, bir güzel nefes… İçimiz ısınır.
Kışın ortasında battaniye arasında içilen salep gibi ısıtır. Ve o şeyi korumak isteriz bizi mutlandırdığı gibi. Aynısından bizde de olduğunu, içimizde yaşadığını bilmeyiz, görmeyiz, düşünmeyiz. Gördüğümüz güzelliği yaşatma isteğimiz canlanır.
Nereden çıktı bu kadar bilgiçlik diyeceksiniz, ben de kendime soruyorum, nereden çıktı bu bilgiçlik… Küçük bir ağacım var, büyüyünce bonzai olacak. Öyle sarardı soldu öyle kurudu kaldı ki… Çok ilgi ve muhabbet istermiş… Ona bakınca, tuhaf bir aynada kendime baktım.
Sanki tavşanımı, peşimden ayrılmayan civcivlerimi, kaplumbağalarımı ve kendimi bir zamanlar mutlu edebilen ben, ben değildim artık! Bir bonzaiyle hiç ortak nokta bulamamıştım kendime. Öyle ya da böyle yaşamı benim sorumluluğumdaydı. Ama ben onu korumadım. Çünkü sevmedim.
Kendime tahammül edemezken, başka bir canlıya tahammül sınırımı genişletebilmem mümkün müdür?
Hayat benim hayatım değil sanki herkesin hayatı…
Benden başka herkesin gün görebildiği bir yaşam!